GÜLPEMBE
Vakit gece yarısına yaklaşıyordu. Oğlum, bir arkadaşı, kocam ve ben birlikte televizyon seyretmiş, hoş bir gece geçirmiştik.
Birden salonda yalnız kaldığımı fark ettim. Derken içeriden, Ali'nin odasından Gülpembe'nin ilk notaları yükseldi. Kocam, yıllardır eline almadığı kemanını kutusundan çıkarmıştı. Oğlum piyanosunun başına geçmiş, arkadaşı ise gitarını eline almıştı. Birlikte Gülpembe'yi çalmaya çalışıyorlardı.
Nereden çıkmıştı şimdi bu gece konseri? Gülpembe, nasıl olmuş da yıllar öncesinden kopup gelmiş ve bu beklenmedik konserde çalınıvermişti? Dudağımda son bir türkü Gülpembe...
Hâlâ hep seni söyler, seni çağırır Gülpembe...
Gülpembe, önce parça parça, kırık dökük yayılmaya başladı. Gitgide daha uyumlu ve daha bütünsel bir biçimde Ali'nin küçük odasından bütün eve… Oradan da sokağa… Yanlarına gittim.
– Geç oldu, saat kaç? Dedim.
Biri saatine baktı.
– Tam on bir buçuk, dedi.
Sanki içine doğmuştu. Sanki oğlum, onu en sevdiği parçasıyla uğurlamak, son bir saygı duruşunda bulunmak istemişti.
* * *
Ali'nin Barış Manço'yu keşfi bir yaşına rastlar. Konuşamadığı, yürüyemediği o günlerde, Manço'yu nasıl keşfetmiş ve nasıl o kadar sevmişti? Bunu hiçbir zaman anlayamadık. Ama bu “aşkı” hemen kabullendik. Her akşam, onu yatırırken geri sarma tuşu bozuk teybimizi başucuna yerleştirip kaseti koyardık. Öylece yatırırdık. Ama asıl felaket, o daha uykuya dalmadan kaset biterse yaşanırdı. Kasetteki son parça bittiğinde feryadı basardı. Biz telaş içinde, kurşun kalemle çevirerek kaseti geri sarmaya çalışırdık. Barış Manço tekrar başlayıncaya kadar Ali avaz avaz bağırırdı.
Ali üç dört yaşına gelinceye kadar bu böyle devam etti. Sonraki yıllarda yaz tatilimiz boyunca, torpido gözündeki bütün öteki kasetlere elimizi bile sürmemiştik. Sürekli onu dinlemiştik. Süper Babaanne ile yaşlanmanın tadını tatmıştık. Dönence ile bilinmedik bir dönemecin gizemini solumuştuk.
Barış Manço, sadece Ali'nin değil, kim bilir kaç kuşağın kulağını besleyen gür bir pınardı.
Hiçbir yapmacığa kaçmadan, Türk müziğini çok sesliliğin zenginliğine taşımayı başaranların belki de ilkiydi. Tek sesli müziğimizi bir çırpıda çok sesliliğe taşıyıvermişti. Sanki zaten öyleymiş, o tek sesin arkasında işitemediğimiz öteki sesler zaten varmışçasına bir doğallıkla… Bunu hayat karşısındaki polifonik (çok sesli) tutumuna borçluydu sanki. Ağasına beyine, saraylısına ve yoksul köylüsüne, çocuğuna ve yaşlısına… Her döneme, her yaşa duyduğu sevgi ve yakınlık zenginleştiriyordu onu. Gerçek bir antika tutkunuydu. Ama o antikalar Barış Manço için gerçekten yaşayan şeylerdi. Onun müziğinde geçmiş, bugün ve gelecek bir arada, birbirini kösteklemeden var olmayı bilmişti. Manço, gelenekle kurduğu köklü bağlardan besleniyor ve oradan aldığı güçle geleceğe yelken açıyordu. Geçmişe sevgi ve saygıyla, bugüne ise tutkuyla bağlıydı. Hayatını hem bir İstanbul efendisinin ağırbaşlılığıyla hem de bir delikanlı uçarılığıyla yaşadı.
* * *
Dün gece saat 11.30'da, büyük müzisyenin kalbi durmuş. Umutla hastaneye yetiştirilmeye çalışılırken biz farkında bile olmadan onu Gülpembe'yle uğurluyorduk.
Güz yağmurlarıyla
Bir gün göçtün gittin,
İnanamadık Gülpembe...
Bizim iller sessiz, bizim iller sensiz
Olamadı Gülpembe...
Gülay GÖKTÜRK
(Bir gazete haberidir.)
(Düzenlenmiştir.)
Tüm 5. Sınıf Dinleme Metinlerine Ulaşmak İçin Tıklayınız
Tüm 5. Sınıf Etkinlikleri İçin Tıklayınız
Barış Manço Abece Şarkısı İçin Tıklayınız
Tüm 5. Sınıf Etkinlikleri İçin Tıklayınız
Barış Manço Abece Şarkısı İçin Tıklayınız
çok güzel olmuş çok teşekkür ederim. Barış abi ile yediden yetmiş yediye...
YanıtlaSilGüzel de dinlesek okumasak daha iyi olurdu ama elinize ayağiniza yapanlara tşk ederim...
YanıtlaSilBen göremiyorum hocalarim
YanıtlaSil