Bundan bir ay önce, bir soru sormuştuk sitemizin ana sayfasında. “Doğu İllerini Tercih (Anket)” adıyla bir de konu açıp, anlatmıştık meramımızı... Bir ay içinde 835 yanıt aldı anketimiz. İşte bir ay içinde bu anketimize verilen yanıtların dağılımı…
Terör olayları Doğu illerini tercihinizi nasıl etkileyecek? (835, %100)
· Hiç etkilemeyecek, Doğu illerini yazacağım. (193, %23)
· Kısmen etkileyecek, Tercih dışı atamayı istemeyeceğim. (112, %13)
· Çok Etkileyecek, atanmama pahasına Doğu'yu yazmayacağım. (530, %64)
Anketimize başlarken, bizim de tedirginliğimiz böyle bir sonuçtu zaten. Böyle bir sonucun oluşacağını tahmin ettiğimizden, “Acaba öğretmenlerimizin/insanlarımızın ne kadarı böyle düşünür, bir şey ekleyecek çıkar mı?” diye düşünüp açtık anketi. Sonuçlar düşüncelerimizi haklı çıkardı maalesef…
Gelelim, söylemek istediklerimize. Bu anket meselesinin kökenine…
Eylül ayının gelmesiyle, öğretmenlerimiz okullarına döndü. Öğretmenler için yeni eğitim yılı resmen başlamış oldu. Eğitimin başladığı bu hafta, diken üstünde takip ettim bütün eğitim haberlerini. Şehit edilen asker ve polislerden sonra; kalleş PKK elinde silah olmayan devlet memurlarına da saldırmaya başlamıştı çünkü. Orada bulunma sebebi halka hizmet olan iki doktorumuz, can vermişti hainlerin saldırılarında. Korkum bu yüzden öğretmenlerdi, korkum okullardı; çünkü okul, çatışma kelimesinin en uzak olduğu resmî kurumdu.
Okulların ertelenmesi sürecine dair fikirlerimi, “Okulların Açılışının Ertelenmesi Meselesine Eğitsel Bir Bakış” adlı yazıda dile getirmiştim. Ve o yazıda, bu durumun öğretmenler için de bir belirsizlik yaratacağını söyleyip; ayrıntıya girmemeye çalışmıştım. Ama bu yazıda ayrıntıya gireceğim, çünkü bu yazı bu ayrıntı için yazıldı.
Okulların ertelenmesi için yazdığım maddeler içinde, oraya eklemediğim bir madde daha vardı. Özellikle belirtmediğim o madde şuydu; “Okullar, bu ortamda bazı bölgelerde açılamaz!..” Çünkü bu konuda çekincelerim vardı, herkesin paylaştığı bilinen çekincelerdi bunlar…
Ve bugün o büyük korkumuzla yüzleştik… Yaşamanın iyiden iyiye zorlaştığı Doğu bölgelerimizden bir çığlık yükseldi. “Dayanamıyoruz artık!” diyordu bir öğretmenimiz, “Ne olur, duyun bizi!” Sendika başkanları arka arkaya açıklamalar yaptı, ilçe millî eğitim müdürlükleri resmî olmayan açıklamalar ile seslerini duyurmaya çalıştı. Ve işin daha da vahimi, henüz orada görev yapan binlerce öğretmen daha oralara gitmemişti…
İki hafta süren seminer dönemini çoğu öğretmen, görev yerleri yerine kendi memleketlerindeki okullarda aldı. Çünkü iki hafta sürecek seminerden sonra, yine tatil vardı Kurban Bayramı sonrasına kadar. Ve öğretmenler; özellikle o bölgelerdeki öğretmenler, seminer dönemini daha emniyetli gördükleri yerlerde aldılar. Ve bu dönem boyunca da, görev yerlerine gitmemek için korkuyla çareler arıyorlar.
Sağlık raporları, ücretsiz izinler, formalite evlilikler ve istifa… Öğretmenlerin terör olayları yüzünden terk etmeye çalıştıkları bölgelerden ayrılmak için kullandıkları yöntemler bunlar. Sağlıklı her bireyin psikolojisinin bozulabileceği bu ortamda, hiç kimsenin de onlara karşı çıkmaya hakkı olmadığını düşünüyorum. En son çare olan istifaya gelince; henüz istifa eden öğretmenler basına yansımadı, ama doktorlar istifa etmeye başladılar maalesef.
Düşünün, bu insanlar yıllarca mesleklerini yapmak için eğitim aldılar. Atatürk'ün izinden gidip, “Vatan toprağı kutsaldır, kaderine terk edilemez!” deyip sorunlu bölgelere korkusuzca gittiler. Ama, onların tüm bu özverilerine karşılık; üzülerek söylemek istiyorum ki sahipsiz bırakıldılar. Kalleş terör örgütü, geçen sene 300 civarı okul yaktı ve bu sene de yine aynı emri verdi; gözü dönmüş, aklı gitmiş teröristlerine. Çünkü okullar sustuğunda, halk eğitimden yoksun kalacaktı. Cehalet içindeki halkı kandırmak, eğitim almış ve devletin kendisinden saklanan yüzünü görmüş eğitimli bir bireyi kandırmaktan elbette çok daha kolaydı. İşte bu sebeple, önce okullar, önce öğretmenler hedefe alındı.
Eğitilememiş bir halk daha kolay kandırılır. Tedavi ettiremediği hastaları toprağa veren bir halk, devlete karşı daha kolay nefretle doldurulur. Halkın bütününü yanına çekemeyen, yurtdışından kendisine gönderilen elemanlarla ayakta durmaya çalışan bir örgüt; işte bu sebeplerden ötürü önce bu iki kurumu hedef alıyor.
Boşalan okullar ve boşalan hastaneler… Bir düşünün, böyle bir ortamda devletin varlığından söz edilebilir mi? Elbette hayır. Devlet ise, memurlarının o bölgede güvenle kalabilmesi için çalışma yapmak yerine; onların gidişiyle boşalacak kadroları doldurma peşinde. Yapılacak 37000 öğretmen atamasının büyük kısmı bu boşalan okullara olacak. Biz de bunu önceden bildiğimiz için sorduk, “Doğu bölgelerine gidecek misiniz?” diye…
Kurumların boş kalması düşünülemez, boşalan kadrolar doldurulup hizmetin devamına çalışmak devletin asıl görevidir. Ama bu bir kısırdöngü değil mi? Bu kadrolar boşaldıkça, atanacak her yeni memuru oraya atamak ve gençliğinin baharında onu acılara boğmak yerine; oradaki şartlar düzeltilse ve kadroların boşalmamasına çalışılsa daha doğru olmaz mı?
En iyi öğretmen; doğru yolu gösteren değil, doğru yolu bulduran öğretmendir. Biz de iyi olmak adına görev yaptığımız bu meslekte, siyasete girmemek adına sadece bu soruları sorup bırakıyoruz. Elbette devletimiz ve onun bu konularda görevli memurları, anlattığımız bu sorunlara kafa yoruyorlardır. Bizim tek isteğimiz, bu adımların bir an önce atılması ve hayatının baharında evinden, ailesinden kilometrelerce uzakta bu vatan görevini yerine getiren idealist meslektaşlarımızın, görevlerine sağ salim devam edebilmeleridir…
Allah; tüm bu zorluklar içinde devleti ve milleti için çabalayan tüm asker, polis, öğretmen, doktor ve diğer devlet görevlilerini korusun. Ailelerine ve milletimize, onların acılarını göstermesin…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder