Atatürk, çocukluğuyla ilgili anılarını şöyle anlatır: “Çocukluğumla ilgili ilk hatırladığım şey, okula gitme konusudur. Bundan dolayı annem ve babam arasında şiddetli bir tartışma başladı. Annem, mahalle mektebine, babam ise Şemsi Efendi İlkokuluna gitmemi istiyordu. Sonunda babam işi büyük bir ustalıkla hâlletti. İlk önce mahalle mektebine başladım. Böylece annemin gönlünü yapmış oldu. Birkaç gün sonra mahalle mektebinden çıkarak Şemsi Efendi İlkokuluna kaydoldum.”
Küçük Mustafa tertemiz bir çocuktu. Altın saçlı, mavi gözlü bu çocuğu herkes severdi. Komşuları, “Zübeyde Hanım'ın oğluna bakın, ne temiz giyiniyor.” derdi. Küçük Mustafa'nın en çok sevdiği şey, bahçelerinde bulunan dut ağacına çıkmaktı.
Mahalledeki çocuklar kaydırak ve zıpzıp oynarlar, topaç çevirirlerdi. Mustafa, bunların oyunlarına hiç karışmazdı. Elleri cebinde, başı yukarıda, büyük bir adam gibi onları seyrederdi. Çoğu zaman evlerinin alt katında oturup derslerine çalışırdı. Gayet ağırbaşlı ve terbiyeli bir çocuktu. Yaramaz olmadığı için onu herkes severdi.
Mustafa, okula başladıktan kısa bir süre sonra sağlığı bozulan babasını kaybetti. Bunun üzerine, annesi ve kız kardeşi Makbule ile birlikte, köy hayatı yaşayan dayısının yanına yerleştiler. Mustafa çiftlik hayatından bahsederken de şöyle der:
“Dayım köy hayatı yaşıyordu. Ben de köy hayatına karıştım. Bana tarla bekçiliği gibi görevler veriyordu, ben de bunları severek yapıyordum. Kardeşim Makbule ile birlikte bakla tarlasının ortasındaki bir kulübede oturduğumuzu ve kargaları kovmakla uğraştığımızı unutamam.”
Hacı ANGI
(Kısaltılmıştır.)
YanıtlaSilATATÜRK'ÜN ÇOCUKLUK ANILARI
KARANLIKTAN KORKMAM
On beş yaşlarındaydım. Manastır Askeri İdadisi'ne gidiyordum. (O zamanın lisesi) Yaz tatilinde dayımın çiftliğine gitmiştik. Komşunun oğlu Enver'le çok iyi arkadaştık. Ara sıra birlikte gezerdik. Bir gün Enver, bizim bağa gidip üzüm yiyelim, dedi. Ben de olur dedim. Annelerimizden izin alıp yola çıktık. Sağda solda fazla eğlendiğimiz için, karanlığa kaldık.
Enver: "İstersen dönelim. Sen şehir çocuğu olduğun için, karanlıktan korkarsın. Böyle durumlara alışık değilsin" dedi.
Ben karanlıktan korkmadığımı söyledim. Yola devam edelim dedim. Tarla kenarı, patika yol, ağaçlık alan derken, karanlık iyice çöktü. Yanımdaki Enver'i zor seçer oldum. Bir saat önce dağların kartalıyım diyen Enver, gel Mustafa dönelim, az kalmıştı ya, yarın gündüz geliriz, demeye başladı. Neyse ki sonunda bağa vardık ve birer salkım üzüm kopardık. Üzüm yiyerek çiftliğe döndük.
İLK ANDA CANIM SIKILMIŞTI
Bakla tarlasında yalnız başıma bekçilik yaptığım günlerden birinde öğle vakti kulübenin önündeki çardak altında uyuya kalmışım. Aradan ne kadar zaman geçti bilmiyorum, annemin sesine uyandım.
Annem: ” Dayısı şuna bak, Mustafa uyuya kalmış. Makbule dün pınardan soğuk su içince hastalandı ya, Mustafa bütün gece başında bekledi. Ondan uykusunu alamadı. Neyse ki Makbule’ye ballı ıhlamur içirdim de iyileşti ” dedi.
Dayım: ” Bırak canım uyusun. Benim en sevdiğim şeydir burada uyumak. Bu öğle sıcağında karga falan uğramaz. Bir yatsam iki saatten önce top atsan uyanmam ” dedi.
Bu konuşmaları duyunca ayağa fırladım. Uykuda yakalandım diye ilk anda canım sıkılmıştı ama Makbule’nin iyileştiğini duyunca rahatladım.
NACİYE KAYBOLDU
Dayımın bakla tarlasına Makbule ile giderdik. Bir gün Naciye de bizimle gelmek istedi. İlk defa benden bir şey istediği için olmaz diyemedim. Annemden izin çıkınca o gün üç kardeş tarlaya gittik. Naciye eline bir sopa aldı ve kargaların ardından koşturdu durdu. Bir ara Makbule ile uzun süren bir konuşmamız oldu.
Tarlanın ortasındaki kulübenin önüne oturduk ve yemeğe başlayacaktık ki, Naciye’nin yanımızda olmadığını fark ettik. Sağa baktık, sola baktık, Naciye neredesin diye bağırdık, Naciye yok. Neden sonra Naciye çıkageldi. Meğer karga peşinde koşarken çok yorulan Naciye kulübeye girmiş ve döşeğe yatıp uyumuş. Naciye’nin ortaya çıkmasıyla birlikte rahatladık ve yemeklerimizi yedik.
BAHÇEDEKİ KUYU
Ben yedi yaşındayken, babamı kısa süren bir hastalığın ardından kaybettik. O tarihlerde kadınlar bir işte çalışamadıkları için maddi sıkıntı içine düşmüştük. Onun için evimizin yanında bulunan küçük bir eve taşındık. Ertesi gün yeni evin bahçesine teftişe çıktım. Otların arasından yürüdüm. Sağda solda dut, erik, armut ağaçları vardı. Armut ağacının ilerisinde bir kuyu olduğunu gördüm. Kuyunun yanına sokulduğumda hayretler içerisinde kaldım. Yer seviyesinde olan kuyunun üstü açıktı. Annemi durumdan haberdar ettim. Annem komşumuz Ali Usta'yı çağırdı. Ali Usta kuyunun üstüne tahtadan bir kapak yaptı. Kilidi taktı. Anahtarı anneme verdi. Böylece kötü bir olay yaşanmadan kuyunun üstü kapatılmış oldu.
BENİ KOMUTAN SEÇERLERDİ
Yeni evimiz küçüktü ama bahçesi büyüktü. Bu bahçede komşu çocuklarıyla askercilik oynardık. Askercilik oynarken, beni komutan seçerlerdi. Ben de karşımda hazır ola geçmiş arkadaşlara çeşitli görevler verirdim. Onlar da, emredersin komutanım deyip koşarak uzaklaşırlardı. Üç beş dakika sonra geri gelerek görevi tamamladıklarını söylerlerdi. Daha sonra onları sıraya sokar, uygun adım yürütürdüm.
Bir gün bize tahtadan tüfekler hazırlayan marangoz Celal Amca oyunumuzu seyretmiş ve anneme:
" Zübeyde Hanım, Mustafa'yı askeri okula göndermelisiniz. Kendisi iyi bir komutan adayıdır. " demiş.
Guzelll👍👍
YanıtlaSilbide kaynak girseniz...
YanıtlaSilAtatürk'ün Çocukluğu - Ezgi Yayınları - Yayın Yılı: Aralık 1994
YanıtlaSil