Çevre Sorunları
Başlıca çevre
sorunları; hava, gürültü, su, toprak, flora-fauna ve kültürel çevre gibi alt
başlıklar halinde incelenebilir. Aşağıda söz konusu çevre sorunlarına ilişkin
tanımlamalarla, bunların, nedenleri, yarattığı etkiler irdelenmeye
çalışılmıştır.
1. Hava
Canlıların yaşamını olanaklı kılan hava;
atmosferi oluşturan gazların karışımından oluşmaktadır. Havanın insan
yaşamındaki önemi açısından bir insanın günde ortalama14 kg havaya ihtiyacı
olduğu örnek olarak verilebilir. Canlılar için yaşamsal önemi olan hava, hızlı
nüfus artışı, kentleşme ve sanayileşme sonucunda atmosfere bırakılan maddelerin
belli bir yoğunluğa ulaşması sonucu kirlenmektedir.
Ekonomik etkinliklerin
özellikle belli bölgelerde yoğunlaşarak artması, buna bağlı olarak belli
bölgelerde nüfusun artışı ve daha çok enerjiye gereksinim duyulması hava
kirliliğinin ortaya çıkmasına neden olmuştur. Hava kirliliğinin temel
kaynakları kentleşme ve endüstrileşmedir. Bunlardan kentleşme; nüfus yoğunluğu,
kentin topografik ve meteorolojik koşullarına uygun olmayan bir biçimde
oluşturulması ile kirliliği arttıran bir etken olarak işlev görmektedir.
Kentlerdeki ısınma sistemi, kullanılan yakıt türleri, ulaşım araçları bu
sorunun büyümesine etki eden diğer etkenlerdir.Düzensiz kentleşme eğilimi
sürdükçe kentsel kaynaklı hava kirliliği Türkiye’nin önemli bir sorunu olmayı
sürdürecek gibi görünmektedir. Endüstrileşme de endüstri kuruluşlarının yanlış
yerlerde yapılandırılması ve yanma sonucu atık gazların yeterli teknik önlemler
alınmadan havaya bırakılmasıyla hava kirliliğine etki eden diğer bir faktör
olarak karşımıza çıkmaktadır. Günümüzde özellikle az gelişmiş veya gelişmekte
olan ülkelerde endüstriden doğan kirlenme önemli bir yer tutmaktadır. Bunun
nedenleri söz konusu ülkelerde ileri teknolojilerin kullanılmaması, kirliliği
önleyici çözümlerin pahalı oluşu nedeniyle uygulamaya geçirilememesidir.
Günümüzde ortaya çıkan tablo; gelişmiş ülkelerin bu tür kirlilik yaratan
endüstrileri kendi ülkeleri yerine, gelişmekte olan ülkelerde kurarak
kendilerini korudukları ve bu arada gelişmekte olan ülkelerde endüstri kaynaklı
hava kirliliğinin giderek artan bir sorun olduğudur. Türkiye de bu sorunu
yaşayan ülkelere tipik bir örnektir.
Gürültü sorunu;
teknolojideki gelişmeler ve buna bağlı olarak yaşam biçiminde oluşan
değişiklikler sonucu insanoğlunda olumsuz fizyolojik ve psikolojik etkiler
yaratan, arzu edilmeyen sesler olarak tanımlanmaktadır. İnsanların yaşamında
çeşitli fiziksel ve psikolojik sorunların ortaya çıkışında etkisi bulunan bu
çevre ve sağlık sorunu “gürültü kirliliği” olarak da isimlendirilmektedir.
Kişisel özelliklere göre basınç, frekans ve tizlik gibi sesin değişik
özellikleri farklı olarak algılanmakla birlikte sesin şiddetini belirlemede
kullanılan bir ölçüt vardır. Sesin insan kulağına göre şiddetini belirten,
gürültü ölçmede yaygın olarak kullanılan ölçü desibeldir.Uluslararası Standart
Örgütü’nün (ISO) normal saydığı gürültü düzeyi 58 desibel (dB)dir. İnsan
sağlığına 90 dB’in üzerindeki gürültülerin zararlı olduğu, 140 dB’i aşan gürültülerin
ise ciddi beyin tahribatına neden olduğu belirtilmektedir. Gürültünün
canlıların ruh sağlığı üzerinde de olumsuz etkileri olduğu saptanmıştır.
Ülkelerin belli başlı kültürel özellikleri, kullanılan teknolojilere bağlı
olarak değişmekle birlikte belli başlı gürültü kaynakları; motorlu araçlar,
inşaat makina ve donanımları, uçak, çeşitli makinalar ve ev
aletleridir. İnsan sağlığı üzerinde önemli etkileri olduğu saptanan bu
çevre sorununa içinde bulunduğunuz sosyal çevreden (bir banka şubesi, hastanedeki
poliklinikler, çevredeki inşaatlar, uçak gürültüleri gibi) örnekler bulmanız
olası mı?
3. Su
Dünyanın dörtte üçünün sularla kaplı olduğu,
canlıların ağırlığının ise yüzde yetmiş beşini suyun oluşturduğu düşünülürse,
suyun canlı varlıkların yaşamındaki işlevini anlamak kolaylaşabilir. Keleşve
Hamamcı’nın aktardıklarına göre yeryüzündeki sular, yüzeysel ve yeraltı suları
olarak gruplandırılabilir. Bunlardan yüzeysel suların %97.6’sı tuzlu sulardır.
Tatlı suların büyük bir kısmını kutuplardaki buzullar oluşturmaktadır. Su
kirliliği kavramı ile su kaynaklarının kullanılmasını bozacak ölçüde, organik,
inorganik, biyolojik ve radyoaktif maddelerin suya karışması kastedilmektedir.
Doğanın işleyişi incelendiğinde, dışsal destekler olmaksızın suyun belli bir düzeydeki
kirlenmenin üstesinden gelebildiği görülmektedir. Ancak kirleticilerin türü ve
miktarı arttığında bu işlem etkisiz kalmakta ve kirlilik ortaya çıkmaktadır. Bu
şekilde oluşan sürecin yanı sıra su kirliliği, havada oluşan kirlenme ile
toprak kirliliği de suyun doğal dolanımı nedeniyle su kaynaklarının
kirlenmesine yol açar. Bu nedenle su kirliliği sadece kirleticilerin doğrudan
su kaynaklarına ulaşmasından değil, hidrolojik süreçler yolu ile dolaylı bir
biçimde de oluşabilmektedir. Türkiye, su kaynakları açısından dünyanın şanslı
ülkelerinden biridir. Ancak ülkemizin karşılaştığı çevre sorunları içinde su
kirliliği önemli bir yer tutmaktadır.
4.
Toprak
Toprak; canlı doğal kaynakların varlıklarını
sürdürebilmeleri için hava ve su ile birlikte vazgeçilmez, bir doğal kaynaktır.
Toprak kirliliği, insan etkinlikleri sonucunda, toprağın fiziksel, kimyasal,
biyolojik ve jeolojik yapısının bozulmasıdır. Söz konusu kirliliğin, toprakta
yanlış tarım teknikleri, yanlış ve fazla gübre ile tarımsal mücadele ilaçları
kullanma, atık ve artıkları, zehirli ve tehlikeli maddeleri toprağa bırakma
sonucunda ortaya çıktığı belirtilmektedir. Kirli havanın içerdiği zehirli
gazların neden olduğu asit yağmurları ve kirletici gazların toprakta birikmesi,
çeşitli yollarla kirlenen sularla sulanan toprağın kirlenip yapısının
bozulması, tarımda kullanılan ilaçlar ve yapay gübrelerin bilinçsiz
kullanımıyla uzun süre bozulmadan kalabilen katı atıkların gerekli süreçlerden
geçirilmeksizin depolanması gibi etkenler toprağı kirletmekte ve hatta
kullanılmaz duruma getirmektedir. Bunlara ek olarak toprağın kendi yapısından
kaynaklanan sorunlarla birlikte erozyon Türkiye’nin çok ciddi toprak
sorunlarından biridir.
5. Flora-Fauna
Keleş ve Hamamcı’ya göre belli bir ülkeye,
bölgeye ya da yöreye özgü bitki örtüsü flora, yabanıl hayvan topluluğu da fauna
olarak adlandırılır. Bir başka deyişle flora ve fauna insan dışındaki canlı
ögeleri içeren biyolojik zenginliktir. Ağaç topluluğu biçimindeki genel
anlayıştan çok daha kapsamlı olarak orman; bitki örtüsü, hayvan ve
mikroorganizmalar, mineral maddeler, hidrolojik ve mikroklimatik özelliklerle,
aralarında madde ve enerji akımı bakımından ilişkiler bütününe sahip ağaç ve
ağaççık topluluğu olarak değerlendirilmektedir. Ormanların su kaynaklarını sürekli
tutma, toprakları erozyondan koruma, ısı oranlarını dengede tutarak sıcaklığı
düzenleme gibi işlevleri vardır. Ülkemiz genişliğinin %26.6’sını kaplayan
ormanlar yangınlar ve tarım için alan açma çabaları ile her geçen yıl hızla yok
olmaktadır. Ender bulunan doğal ve kültürel değerleri koruma amacıyla yapılan
düzenlemeler olan Milli Parklar uygulaması ilk olarak 1958’de başlamıştır.
Muğla-Ölüdeniz, Çorum-Çatak ve Bolu-Abant gibi bazı bölgelerin “Tabiatı Koruma
Alanları” olarak korunması sevindirici bir gelişmedir. Hava, su ve toprak
arasındaki doğal işleyişin sürekliliğini sağlama gibi bir işlevi yanında
hayvanların otlatılmasına yarayan çayır ve mer’alar açısından da ülkemizdeki
görünüm giderek dramatikleşmektedir. Şöyle ki çayır ve mer’aların büyük bir kısmı
sürülerek tarla yapılmakta, yanlış otlatma nedeniyle tahrip olarak hızla yok
olmaktadır. Bunun sonuçları sadece doğanın dengesinin bozulması olarak ortaya
çıkmayıp, hayvancılığın yara almasına, ekonomik kayıplara neden olmaktadır.
İnsanların varolan toprakları akılcı bir biçimde kullanmayıp, erozyonla mücadele etmeyip, öte yandan çevrenin nem oranını dengeleme, oksijen üretimi
gibi işlevleri olan sulak alanları kurutularak toprak kazanma çabaları
açıklanabilir gibi görünmemektedir. Yeryüzünün yalnızca belli bir bölgesinde
yetişen bitkiler olan endemik bitkiler ile belli bir bölgede yaşayan hayvan
türleri olan endemik hayvanlar da çok önemli doğa ögeleri iken, çevre
kirliliğinden paylarına düşeni alıp, hızla yok olmaktadırlar.Oysa Türkiye
dünyanın en zengin floraya sahip ülkelerinden biridir. Keleş ve Hamacı’dan
alınan bilgiye göre Avrupa kıta florası 12000 dolaylarındayken, Türkiye florası
9000 dolaylarındadır. En zengin endemik bitkiye sahip Avrupa ülkesinde 2750
endemik bitki varken ülkemizde bu sayı 3000’i bulmaktadır.
6.
Kültürel Çevre
İnsanoğlunun çağlar boyunca geliştirdiği
uygarlıkların ürünü olan kültürel çevre, yine insanoğlunun yıkıcı ve bozucu
etkisi ile karşı karşıyadır. Çevrenin doğal ve kültürel boyutları ile bir bütün
olarak korunması fikrinin gelişmesine karşın, ülkemizde bu görüşün yasal
dayanaklara kavuşturulması ilk kez 1906 yılında tarihi değerleri korumak için
çıkarılan AsarıAtika Nizamnamesi ile gerçekleşmiş, daha sonra 1973 yılındaki
Eski Eserler Kanunu ve 1983 yılında Kültür ve Tabiyat Varlıklarını Koruma
Kanunu ile yeniden düzenlenmiştir. Ülkemizde kültürel çevrenin
korunmasıyönündeki adımlar hem oldukça geç atılmış, hem de günümüzde yeterli
düzeye erişememiştir. Kültürel çevreden söz ederken kültür varlıkları ve sit
gibi bazı kavramlar kullanılmaktadır. Kültür varlıkları;tarih öncesi ve
tarihsel devirlere ait bilim, kültür, din ve güzel sanatlarla ilgili yer
üstünde, yer altında veya su altındaki bütün taşınır ve taşınmaz varlıkları
kapsamaktadır. Sit; tarih öncesinden günümüze kadar gelen çeşitli uygarlıkların
ürünü olup, yaşadıkları devirlerin sosyal, ekonomik, mimari ve benzeri
özelliklerini yansıtan kent ve kent kalıntıları, önemli tarihi olayların
geçtiği yerlerdir.Ülkemiz kültür varlıklar açısından son derece zengin bir ülke
olmasına ve pek çok bölge sit alanı olarak ilan edilmiş olmasına karşın
zamana ve insana bağlı yıkıcı etkilerden korunduğu söylenemez. Kültürel çevre
ile ilgili sorunlar; bireylerdeki çevrenin korunması bilincinin eksikliği,
çarpık kentleşme, ekonomik sorunlar, kültürel değerleri koruma ve bakım için
ayrılan kaynakların sınırlılığıya da yanlış kullanımı gibi etkenlerin ürünüdür.
0 yorum:
Yorum Gönder