SON YOLCULUĞUNDA
MEHMET AKİF
11 yıllık vatan hasreti sona
ermişti.
Mısır’da Üniversite Öğretim Üyesiydi.
Vatanına hasta ve yorgun dönmüştü.
Her fani gibi o da uzun bir
yolculuğa hazırlanıyordu. Ve Mevlanın takdiri ilahisiyle ruhunu teslim ediyordu.
Dostları son yolculuğunu şöyle
anlatırlar;
“Cenaze, tıpkı kendisi gibi
içten bir merasime sahne oldu.
Hava soğuktu şiddetli bir poyraz esiyordu.
Kar yağmıştı, her yer bembeyazdı. Naaşı
örtüsüz üstü açık bir tabutla Beyazıt Cami’nin bahçesine getirildi. Caminin bahçesinde
bekleyen öğrenciler tabutu görünce, hüngür hüngür ağlamaya
başladı. Öğrencilerin bir kısmı etrafa dağıldı. Çok geçmeden bayraklarla dönüp
tabutu sardılar.
Çıplak bir tahta olarak gelen
tabut, Musalla taşında al sancaklarla Kabe Örtüsüyle donatıldı.
Akif’in dostları, şairler,
edipler, yazarlar, Üniversite talebeleri ve hocalar vardı.
Kuruluşunda canla başla
çalıştığı devletin hiçbir temsilcisi cenazede nedense yoktu!
Gençler, Akif’in cenaze
arabasına konulmasına razı olmadı. Hatta omuzlarına bile
koymayıp, Edirnekapı Şehitliğine kadar ellerinin üzerinde taşıdılar.
Herkes ağlıyordu, konuşmalar
yapılıyordu. Konuşmaların sonuncusu şu müthiş cümlelerle tamamlandı…
“Ey Çanakkale Şehitleri, sizi terennüm eden Akif misafirinizdir, ona iyi
bakınız.
Ey Akif, isyandan korkma! İstiklal Marşı söylendikçe unutulmazsın…"
Ey Akif’im bir şiirinde şöyle
söylüyordun:
“Toprakta gezen gölgeme toprak
çekilince,
Günler şu heyulayı da er geç
silecektir.
Rahmetle anılmak, ebediyyet
budur amma,
Sessiz yaşadım, kim beni
nerden bilecektir…”
Ey Akif’im, bugün sen ve senin
gibiler içimizdedir, yüreğimizdedir.
Gönlün rahat olsun ki, bu
gençlik izindedir…
0 yorum:
Yorum Gönder