Masalların
başında sözcüklerin ses benzerliğinden yararlanılarak söylenen yarı anlamlı,
yarı anlamsız
söz dizileri vardır. Bunlara "tekerleme" denir.
Masal
tekerlemeleri birbirleriyle pek ilgisi olmayan, ancak dinleyicinin ilgisini masala
çekmek için
bir araya getirilmiş sözlerden oluşur. Tekerlemenin asıl güzelliği de,
birbirleriyle ilgisiz gibi görünen
bu tür sözlerin bir düzen içinde sıralanmasındadır. Bu da bir söz ustalığını
gerektirir. Bu ustalık
masal anlatanın, yani masalcının ustalığına bağlıdır.
Aslında
tekerlemenin masalla hiçbir ilgisi yoktur. Sadece dinleyicinin ilgisini çekmek
ve onu masal
dünyasına girişe hazırlamak için söylenir. İşte masalcının söz ustalığı da
burada başlar. Söylediği
tekerlemeyle dinleyenleri neşelendirir. Anlatacağı masala ilgi çeker. Masalının
dikkatle ve
heyecanla dinlenmesini sağlar.
Kimi
masal tekerlemeleri de bilinenlerden birkaçının birleştirilmesinden oluşur.
Araya yeni deyim,
benzetme ve sözcükler eklenerek yeni biçimlere sokulur.
Gelin
şimdi de söz ustalığının en güzel örneklerinden biri olan masal
tekerlemelerinden sizin için
seçtiklerimizi okuyalım. Onları ezberlemeye çalışalım. Anlatacağımız masallara
bu tür tekerlemelerle
yeni renkler katalım.
*
* *
Evvel
zaman iken, deve tellal iken, saksağan berber iken... Ben anamın beşiğini
tıngır mıngır sallar
iken. İp koptu, beşik devrildi. Anam kaptı maşayı, babam kaptı meşeyi,
döndürdüler dört köşeyi.
Dar attım kendimi dışarı... Kaç kaçmaz mısın... Vardım bir pazara. Bir at aldım
dorudur diye.
Bineyim dedim, at bir tekme salladı bana geri dur diye... Padişahın topları
ateşe başladı. Topladım
gülleleri cebime koydum darıdır diye. Tozu dumana kattım, Edirne'ye yettim.
Selimiye minarelerini
belime soktum borudur diye. Yakaladılar beni tımarhaneye attılar delidir diye. Babamdan
haber geldi, onun eski huyudur diye. Bereket inandılar, tutup beni saldılar.
Neyse uzatmayalım,
masala başlayalım...
* * *
Bir
varmış, bir yokmuş. Zaman zaman içinde, kalbur saman içinde. Deve tellal iken,
horoz imam
iken, manda berber iken, annem kaşıkta, babam beşikte iken... Ben babamın
beşiğini tıngır mıngır
sallar iken, babam düştü beşikten, alnını yardı eşikten... Annem kaptı maşayı,
babam kaptı küreği,
gösterdiler bana kapı arkasındaki köşeyi... O öfke ile Tophane minaresini
cebime sokmayayım
mı borudur diye... O öfke ile Tophane güllesini cebime doldurmayayım mı darıdır diye...
Orada buldum iki çifte bir kayık. Çek kayıkçı Eyüb'e... Eyüb'ün
kızları haşarı... Bir tokat vurdular enseme, gözlerim fırladı dışarı... Orada
gördüm bir kız... Adı Emine, gittim yanına... Bir tarafı tozluk dumanlık, bir tarafı çayırlık
çimenlik, bir tarafı sazlık
samanlık... Bir tarafta boyacılar boya boyuyor renk ile... Bir tarafta
demirciler demir dövüyor
denk ile... Bir tarafta Mehmet Ali Paşa cenk ediyor şevk ile... Anan yahşi,
baban yahşi, kurtuldum
ellerinden... vardım masal iline.
(Naki TEZEL'den)
* * *
Evvel
zaman içinde, kalbur saman içinde, cinler top oynarken eski hamam içinde... Ben
deyim şu
ağaçtan, siz deyin şu yamaçtan, uçtu uçtu bir kuş uçtu; kuş uçmadı, Gümüş uçtu.
Gümüş uçmadı,
Memiş uçtu. Uçar mı, uçmaz mı demeye kalmadı; anam düştü eşikten, babam düştü beşikten...
Biri kaptı maşayı, biri aldı meşeyi; dolandım durdum dört köşeyi... Vay
ne köşe bu köşe! Dil dolanmadan ağız varmaz bu işe; bu köşe yaz köşesi, şu köşe
kış köşesi,
şu köşe güz köşesi, diye iki tekerleyip üç yuvarlarken aşağıdan sökün etmez mi
Maraş paşası!..
Hemen bir sarıya bir fare deliği bulup, attım kendimi dışarı; gelgelelim şu
mahallenin yumurcakları
haşarı mı haşarı; bir fiske vurdular enseme, gözlerim fırladı dışarı!.. Az
gittim uz gittim... Dere tepe düz gittim. Çayır çimen geçerek, lale sümbül
biçerek; soğuk sular
içerek, altı ayla bir güz gittim. Bir de dönüp ardıma baktım ki, ne göreyim,
gide gide bir arpa boyu
yol gitmişim!.. Vay
başıma, hay başıma; bu yol bitecek gibi tükenecek gibi değil, ya bir devlet
kuşu konsa başıma,
ya da alsa beni kanadına kaşına, demeye kalmadı bir de gördüm ki, ne göreyim?
Adıyla sanıyla,
yeşiliyle alıyla, Zümrüdüanka dedikleri değil mi? Kafdağı'nın üstünden süzüm
süzüm süzülüp
geliyor. Bakın hele! Yüzü insan, gözü ahu. Ne maval, ne martaval. İşitilmedik
bir masal!..
* * *
Zaman
zaman içinde, kalbur saman içinde... Bu sözün önü var, arkası yok; gömleğimin
yeni var yakası
yok... Sabır da bir huydur, suyu var tası yok. De gel sabreyle sabreyle... İyi
ama susuzla sabırsız
ne yapar? Ya bir kuyu kazar, ya dolaşır çarşı pazar; ben de aç karın, yüksek
nalın çıktım pazara,
Mevlam uğratmasın iftiraya nazara... Bir
kaz aldım karıdan, boynu uzun borudan! Kendisi akça pakça, eti kemiğinden
pekçe, ne kazan
kaldı ne kepçe! Kırk gündür kaynatırım kaynamaz. Hay
dedim, huy dedim; bu ne pişmez şey dedim. Bir iken iki olduk, üç iken dört
olduk; anan soylu,
baban boylu derken kırk olduk; kırkımız kırk ateş yaktık!... Kırk gündür
kaynatırım kaynamaz.
Baktım ki olacak gibi, sofraya konacak gibi değil, eğil dağlar eğil dedik;
onumuz hu çekti,
onumuz su çekti; onumuz un, odun çekti; haydan geleni huya sattık, unu bulguru
suya kattık. Suyu
kazana, kazanı yeniden ocağa attık; vay ne kaynattık ne kaynattık... De şimdi
kaynar mı, kaynamaz
mı? Derken efendim bu kez başını kaldırıp bize bakmaz mı!.. Gayrı
pabucunu bırakıp kaçan kaçana! Kanadını kaldırıp uçan uçana! Eh, bir ben miyim
kırk kişinin
gevşeği? Çıkardım ahırdan boz eşeği vurdum sırtına palanı, çektim yedi yerden
kolanı; bindirdim
üstüne doksanlık anamı. Boynuna mavi bir boncuk takmadım ama, koynuna koydum
bir sabırtaşı.
Sabırtaşı, sabırcıktaşı deyip geçmeyin öyle! Ne anamın aşı, ne gözümün yaşı.
İtler işin başı,
tandırın başı, masalın başı, bu sabırtaşı! Verilecek kuluna vermiş, bize de
versin Yaradan; haydi
dedikoduyu kaldırıp aradan, dinleyin şimdi; sabırlı kim, sabırsız kimdi...
* * *
Evvel
zamanda, yoksullar handa
Beyler,
konağında yaşarmış.
Buna
öfkelendim
Bir
hayli söylendim
Aldım
başımı çıktım dışarı
Görmeyin
gidişimi
Bakmadan
sağa sola
Düştüm
bir yola.
Az
gittim, uz gittim
Dere
tepe düz gittim
Çayır
çimen geçerek
Arpa
buğday biçerek
Soğuk
sular içerek
Altı
ay bir güz gittim
Yürüdüm
yürüdüm vardım bir bağa
Daldım
bir konağa
Vay
sen misin dalan
Kimi
kolumdan tuttu kimi bacağımdan
Attılar
beni bir dağa
Zoruma
gitti başladım ağlamaya
Karşıma
çıktı bir derviş
Derviş
amca dedim bu ne iş?
Kuru
idim ıslandım sel beni neyler
Bulut
oldum uslandım
Yel
beni neyler?
Vay
gidi dünya
Kimi
güler, kimi söyler
Kulak
verin bu masala
Keloğlan
ne iş tutar, n'eyler
* * *
Handadır
handa, bir kara manda
Üç
yüz yaşındaydım evvel zamanda
Mavi
çadır gerilmiş, duydum pazar kurulmuş
Vurdum
karıncaya palanı
Kırk
yerinden bağladım kolanı
Sardım
sırtına seksen sekiz çuval soğanı
Vardım
pazara
Vay
ne pazar ne pazar, güzeller durmaz gezer
Kırlangıçlar
terzi, köpekler kalaycı, tilkiler tüccar
Buldum
bir köşe, başladım işe
Soğan
sarmısak satarken
Terazimin
kolu kırıldı bir güzele bakarken
Kurbağa
kanatlandı gitti gelin getirmeye
Gelin
çıktı çardağa, çat yerleşti bardağa
Masaldır
bunun adı, dinlemekle çıkar tadı
* * *
Zaman
zaman içinde, kalbur saman içinde, cinler cirit oynarken eski hamam içinde...
Odunun biri
bir odun vurdu kafama... Kafam koptu kalktı gitti sarmısak pazarında sarmısak
satmaya... Durur
muyum ya, ben de arkasından koştum. O gitti ben gittim, o gitti ben gittim;
derken arkasından
yetiştim ama, bak şu kafaya:
-
Ben senin kafan değilim, demesin mi?
-
Kafamsın!
-
Değilim!
-
Kafamsın!
-
Değilim!
Diye
atıştık, vuruştuk. Son sonu kadının kapısında buluştuk. Buluştuk ya, bak şu
püsküllü belaya,
kadı evde yokmuş, mercimek ağacına çıkmış da mercimek topluyormuş... Ağacın
tepesinden bize bağırdı:
-
Sizin davanız büyük dava!.. Kuş kanadı kalem olsa, derya deniz mürekkep; gene
ne yazılır, ne biter...
Hele kırk tomar kâğıt, kırk kucak kalem getirin de ötesini düşünürüz, dedi. Bir
dediğini iki eder miyiz? Aldık getirdik, bulduk getirdik. Merdiveni de aradık
taradık, götürüp
mercimek ağacına dayadık, dayadık ya, kadı inerken kırılıvermesin mi mübarek!.. Kadı
öldü, kafam da bana döndü: Ah kafa, nah kafa; ne çekersem senin elinden
çekiyorum... Var
varanın, sür sürenin... Baykuşu çoktur viranenin... Destursuz bağa girenin,
geçmez para ile dükkâna
girenin, hokka çömleğini başında patlatır Bekri Mustafa... Hak dost, veli
dost... Babamdan
kaldı bir eski post... Ben dikerim, o sökülür... Arasına bit, pire sokulur...
Ufacığı bakla gibi,
büyüceği toklu gibi... Tuttum pireyi, İstanbul'a yolladım. Bekledim, bekledim
gelmedi. Ardından
uşak yolladım. Kırk
kişiyiz... Onumuz odun yarar, onumuz kav çakar, onumuz su taşır, onumuz ateş
yakar... Bir de
baktık kaz kafasını kaldırmış, kazandan bize bakar... Fare takla tukla... Ne
nohut bıraktı bu yıl, ne
de bakla... Kahveci kutuyu sakla, tiryaki olmuş o güdük fare... Fare
ovada yedi başağı, sıyrıldı çıktı direkten... Somunu kaptı kürekten... Gözleri
büyük çörekten...
Dişleri iri oraktan... Tavandan
teker meker... Gözlerime toz döker... İhtiyara bakmaz geçer. Bir oh çekmez mi
bizim güdük
fare? Tavanda koptu patırtı... Çömlek başına atıldı... Çektim tüfeği avludan...
Yah ettim dokuz
kilo soğan. Derken
efendim, baldıranlığa daldı kurudur diye... Boz eşek attı çifteyi geri dur
diye. Ben tuttum kuyruğundan
ileri diye... Kalktı
sıçradı kürek sapına... Gözünü dikmiş çocuk hakkına... Seksen kiloluk pekmez
küpüne... Reçel
olup gitti bizim güdük fare... Efendimin ağası... Sivridir külahisi...
Uzatmayalım biz bu sözü,
başımıza gelir daha belası... Evvel
zaman içinde, kalbur saman içinde, bir memleket padişahının kırk oğlu varmış...
* * *
Evvel
zaman içinde, kalbur saman içinde, deve tellal, pire berber iken, ben dayımın
beşiğini tıngır
mıngır sallar iken, aşağıdan:
-
Tutun da, vurun da! diye bir gürültü kopmaz mı?
-
Eyvah, dedim. Şimdi bunlar susmazlar, dayımı uyutmazlar.
İki
kalktım, bir hopladım. Yüz ayak merdiveni bir çırpıda atladım. Baktım;
bir kuru kalabalık.
-
Nereye gidiyorsunuz böyle? dedim.
-
Hak aramaya gidiyoruz, dediler.
Neyse,
katıldım ben de içlerine, vardık koca şehrin birine. Aradık taradık, hakkımızı
bulduk. Meğer
o da pire değil miymiş? Bindim
pireye, vardım Tire'ye. Pire gider çatır çutur, hak sahibine balta getir. Bak
şu pirenin işine,
yular bağladım dişine. Gören şaştı, duyan şaştı, Üsküdar vapuru Beşiktaş'ı
aştı. Tuttum
pirenin birisini, kırdım ufağını irisini, davula geçirdim derisini, kaytan
yaptım kuyruğunu. Sonra
sırtına vurdum palanı, altından çektim kolanı, dinleyin bakalım bendeki koca
yalanı...
(Eflâtun Cem GÜNEY'den)
* * *
Çıktım
tavan arasına bir kırık sandık buldum.
Açtım
baktım: İçinde bir kırık altın
Almayacaktım
ama, aldım
Sarıdır
diye,
Ordan
gittim İstanbul'a bir kâse yoğurt aldım
Durudur
diye,
Dokuz
yüz doksan testi su kattım
Borudur
diye,
Tophane
güllelerini cebime doldurdum
Darıdır
diye,
Nacağı
aldım Kapalıçarşı'ya daldım
Korudur
diye,
Akdeniz'e
girdim
Kıyıdır
diye,
Ortasına
bastım
Kuyudur
diye,
Selimiye
Camii'nin duvarına dayandım
Yalıdır
diye,
Ahırdağı'na
bir tekme vurdum
"Geri
dur!" diye,
Üçlük
beşlik verdiler beğenmedim
İridir
diye,
Sade
Osmanlı lirası verdiler almadım
Sarıdır
diye,
Beni
aldılar tımarhaneye götürdüler
Delidir
diye,
İki
adam geldi şahitlik etti
Veli
oğlu velidir diye,
Tımarhaneyi
dürdüm katladım sırtladım
Halıdır
diye,
Beş
on copa vurdular
Yeridir
diye,
Beni
padişaha bildirdiler
Delidir
diye,
Padişahtan
ferman çıktı
"Bırakın
onu eski huyudur!" diye,
Ferman
aldım cadde boyu gidiyordum
Bir
boz eşek gördüm
Takıldım
peşine
Eşek
bana bir tekme vurdu
Geri
dur diye.
(Pertev Naili BORATAV'dan)
* * *
Zaman zaman içinde, kalbur saman içinde, devler top oynarken eski
hamam içinde... Bir havladık, hoyladık; cümle âlemi topladık. Allah'ın kışı tandırın
başı olur da kim gelmez? Haylanan da geldi, huylanan da geldi, ahlanan da geldi, ohlanan da geldi.
Hele büyük baş, büyük kara kadı, kuru kadı geldi... Kadıyı, dayıyı duyunca; yabanın ördeği, kazı
geldi... Ördeği, kazı görünce, bir de çulsuz tazı geldi. Tazının peşinden de görmemişin oğlu, kör
Memiş'in kızı geldi... Ne etti, ne etti, arkası sökün etti: Kambur Ese, Sarı Köse geldi; biri saltanata,
biri süse geldi... Bunları duyar da durur mu ya! Hımhımınan burunsuz, birbirinden uğursuz geldi... Bu
iki uğursuzun ardından da ekmediğin yerde biten bir arsız, yüzsüz geldi... Daha daha, sarı
çizmeli Mehmet ağa geldi, geldi dertlere deva, gönüllere sefa geldi... Derken efendim, seyrek
basandan sık dokuyana, bir taşla iki kuş vurandan her yumurtaya bir kulp takana kadar kim var, kim yok;
kimi aç, kimi tok; geldi, toplandı. Toplandı ya, hepsi de başını kaldırıp kaşını yaktı,
derken her kafadan bir ses çıktı; başladı her biri bir maval okumaya... Kimi ince eğirip sık dokudu; kimi
yukarıdan atıp, aşağıdan tuttu... Kimi tavşana kaç, tazıya tut dedi; kimi ağzını yum, dilini yut
dedi... Kimi kâh nalına, kâh çivisine vurdu; kimi süt dökmüş kedi gibi oturdu... Kimi kâhya karı gibi
her işe karıştı; kimi gemi azıya alıp birbiriyle yarıştı... Kimi akıntıya kürek çekti; kiminin
kırdığı ceviz kırkı geçti... Kimi kırkından sonra kaval çaldı; kimi de benim gibi ellisinden sonra
masala daldı... Bir var ki,hangisine ne denir? Allah her kuluna bir çene, her çeneye bir gene
vermiş, oynatıp duruyor. Lafla peynir gemisi yürümez ama, sadece dinlemekle de olmaz; laf ebeleri
adamı aptal yerine korlar bari ben de birini çekip, çekiştireyim dedim ya, ne haddime! Yetmiş
iki millet burada, sade bir Keloğlan yok ortada... Yüz yüzden utanır, ötekileri dilime
dolayacak değilim ya, ben de tuttum Keloğlan'ın yakasından; bakın ne deyip durdum arkasından: Bir varmış, bir yokmuş; Allah'ın kulu çokmuş, çok söylemesi
günahmış. Develer tellal iken, keçiler berber iken, bir memleketin birinde bir kocakarı,
kocakarının da bir kel oğlu varmış
* * *
Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde, cinler cirit oynarken
eski hamam içinde... Dırıltıydı, mırıltıydı, raftan fincan düştü kırıldıydı, hem de ne fincan ya!
Dedemin dedesinin dedesinden kalma kulpu kırık, kenarı yok, şu ahım şahım fincan... O akşam ne
cezveyi köpürdetebildim, ne kahveyi höpürdetebildim. Bakın hele, şu ettiği yetmiyormuş,
kırdığı kırkı geçmiyormuş gibi, bir de karşıma geçip oh çekmez mi ya bizim güdük fare!.. Kızmayın benim
canım efendim, bu farenin derdinden bittim, tükendim. Benim gibi bir yalınkat adam değil,
kambur felek, kadife yelek bile dayanamaz buna. Bir gece değil, beş gece değil, her gece bu,
kuyruğunu yay ediyor, unu bulguru pay ediyor, yağı kıymayı zay ediyor... Öyle ya, hani han, hani
harman? Evimizin ardı tarladır, ekini kor, bize zorlatır, karanlıkta göz parlatır ama gelgelelim, kaçak
dövüşüne metin, ne var ne yok
teslim ettik bütün, bacamızdan çıkmaz oldu tütün, gayri ya bu fare
durur, ya biz. Bu gece düşündüm taşındım, tatlı tatlı kaşındım, baktım ki olur gibi,
olacak gibi değil, ne yapıp yaptım yine, telli pullu bir arzuhal yazdım kediye; dilediğim yerini
bulursa kilerde nöbet bekleteyim diye...
* * *
...Koştum, eve vardım: "Baban doğdu" dediler, kucağıma
bir yumurta verdiler. Yumurta elimden düştü, içinden kocaman horoz çıktı, sokağa kaçtı. Kovalamaya başladım. Taş attım değmedi. Ceviz attım... Cevizden
bir kocaman ağaç bitti. Üstündeki cevizleri düşüreyim diye taş attım, değmedi. Toprak
attım; ağacın başı tarla oldu. Kimi dedi: "Buğday ek", kimi dedi: "Karpuz ek." Karpuz ektim. Öyle karpuz verdi ki tarla, develer taşıyamadı.
Karşıma bir adam çıktı: "Karpuzundan versene" dedi. Bir karpuz verdim, bir ordu
yedi, yarısı arttı... Ben de bir karpuz keseyim, dedim. Keserken çakım içine kaçıverdi. Elimi soktum,
alamadım. Gözümü soktum, göremedim. Kendim girdim, yedi sene aradım, bulamadım. Yedi sene
gezdim, dolaştım, sonunda karpuzun kapısına ulaştım. Vay anam karpuz, evin köyün yıkılası karpuz...
Bir yanı sazlık samanlık
Bir yanı tozluk dumanlık
Bir yanında demirciler demir döver denk ile,
Bir yanında boyacılar boya boyar binbir çeşit renk ile, Bir
yanında Osmanoğlu cenk eder top
ile tüfenk ile...
* * *
Masal masal maniki
Yolda saydım on iki
On ikinin yarısı
Tilki çakal karısı.
Masal masal martladı
İki fare atladı
Kurbağa kanatlandı
Tos vurdu bardağa
Çocuk çıktı çardağa.
Masal masal maniki
Kuyruğu var on iki
Kuyruğunda beni var
Kulağında çanı var.
Masal masal matatar
Dil okur, damak tadar.
Tekerleme Konulu Diğer Başlıklarımız
Dil Tekerlemeleri (Yanıltmacalar)
Sayışma Tekerlemeleri
Oyun Tekerlemeleri, Tekerlemeli Oyunlar
Okul Öncesi Çocuklarına Tekerlemeler
Tekerleme Konulu Diğer Başlıklarımız
Dil Tekerlemeleri (Yanıltmacalar)
Sayışma Tekerlemeleri
Oyun Tekerlemeleri, Tekerlemeli Oyunlar
Okul Öncesi Çocuklarına Tekerlemeler
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder