felsefe terimleri sözlüğü, felsefik sözlük, felsefik terimler sözlüğü, felsefe sözlüğü indir, felsefe ile ilgili terimler, felsefe terimleri nedir, filozoflar hakkında bilgiler, felsefi akımlar hakkında bilgiler, felsefik imgeler ile ilgili bilgiler, geniş felsefe sözlüğü, ayrıntılı felsefik sözlük
A Dizini
Absürd
Anlamsal öğeleri birbiriyle bağdaşmayan... Mantık açısından mantık kurallarına aykırı olanı dile getirir. Saçma bir düşünce
öğeleri birbirini tutmayan
birbiriyle bağdaşmayan düşüncedir. Saçma bir yargı kendi içinde tutarsızlığı olan ya da tutarsızlığı içeren bir yargıdır.
Anlamsız ile saçma aynı anlamda değildirler. Saçmanın bir anlamı vardır fakat yanlıştır anlamsızın ise hiçbir anlamı yoktur. Saçma
felsefede usa aykırılığı dile getirir. Usa aykırı olan her şey saçmadır. Saçma doğru ile yanlış arasında yer alan üçüncü bir kavramdır. Yanlış ile karıştırılmamalıdır. Her yanlış saçma olmayabilir.
Absürd
Anlamsal öğeleri birbiriyle bağdaşmayan... Mantık açısından mantık kurallarına aykırı olanı dile getirir. Saçma bir düşünce
Anlamsız ile saçma aynı anlamda değildirler. Saçmanın bir anlamı vardır fakat yanlıştır anlamsızın ise hiçbir anlamı yoktur. Saçma
Agnostisizm
İnsanın
Ahlak
İnsanların toplum içindeki davranışlarını ve birbirleriyle ilişkilerini düzenlemek amacıyla başvurulan kurallar dizgesi
Alienation
(Yabancılaşma)
İnsanın çevresinden
1)Güçsüzlük: İnsanın geleceğini kendisinin değil
2)Anlamsızlık: Herhangi bir alanda etkinliğin kavranabilirlik ya da tutarlı bir anlam taşımadığı ya da genel olarak yaşamın amaçsız olduğu düşüncesi.
3)Kuralsızlık: Toplumca benimsenmiş davranış kuralarına bağlılık duygusunun yokluğu ve dolayısıyla davranış sapmalarının
4)Kültürel Yaygınlaşma: Toplumdaki yerleşik değerlerden kopma duygusu.
5)Toplumdan Yalıtlanma: Toplumsal ilişkilerden dışlanma ya da yalnız kalma duygusu.
6)Kendine Yabancılaşma: İnsanın şu ya da bu şekilde kendi gerçekliğini kavrayamaması
Terimi en iyi bilinen anlamıyla Karl Marx kullanmıştır. Marx’a göre bu kavram
Ampirizm
Bilginin tek kaynağının deney olduğunu ileri süren öğreti... Bu öğreti bilginin sadece duyumlardan geldiğini ve deney dışında hiçbir yoldan bilgi edinilemeyeceğini savunur. Bilginin duyumlara dayandığı savı
Ampirizm
Ampirizm
Ampirist John Locke doğuştan
Analitik Felsefe
2. Dünya Savaşı’ndan sonra İngiltere’de ve ABD ile bazı İskandinav ülkelerinde yaygınlaşan ve felsefenin asıl uğraş alanının dil ve dildeki kavramları çözümlemek olduğunu
Akımın kurucusu ve en büyük temsilcisi Avusturyalı filozof Ludwig Wittgenstein’dir. 1945-60 yılları arasında gelişen analitik felsefe bir ölçüde İngiliz düşünürleri Bertrand Russel ve G.E. Moore’un 1900’lerden başlayarak geliştirdikleri gerçekçilik ve çokçuluk düşüncesinden türemiş olan 1930’ların mantıksal olguculuğunun devamıdır.
Analitik felsefenin temel hareket noktası felsefenin tek konusunun dil olduğu anlayışıdır. 20. yüzyıl başlarında gelişen mantıksal olguculuktan felsefenin kendisinin bilgi üretmediği görüşünü ve felsefe tarihinde yapıt vermiş düşünürlerin aslında dilin yarattığı sorunlarla uğraşmış oldukları görüşünü devralan analitik felsefe
Analitik felsefe
Anarşizm
Başta devlet olmak üzere bütün baskıcı kurumları ortadan kaldırmayı öneren öğreti.
Anarşizme göre devlet egemen sınıfın çıkarlarını korumakla görevlendirilmiş gereksiz bir kurumdur. Özgürlüğü gerçekleştirmek için en başta devlet yıkılmalıdır. Devlet hiçbir zaman yeni bir toplum çağını başlatmak için kullanılamaz. Temsilcilik
Anlambilim
Anlamları inceleyen bilim... Semantik olarak da bilinir. Anlambilim felsefi ya da mantıksal ve dilbilimsel olmak üzere iki farklı açıdan ele alınabilir. Felsefi ya da mantıksal yaklaşım
Felsefe ve dilbilim alanlarında anlambilim
Felsefe sorunları bir dil içinde ifade edilmek zorunda olduklarından
Antinomi (Çatışkı)
Saltığı çözümlemek için usun düşmek zorunda bulunduğu çelişki... Kant terimidir.
Alman düşünürü Kant’a göre saltığın alanındaki bütün önermeler çatışıktır. Çünkü bu önermeler üzerinde deney yapılamayacağı için karşılıkları da aynı güçle ileri sürülebilir. Sözcük oyunlarına dayanan kozmolojik tanıtlarsa her iki karşıt önerme için ileri sürülebilir. Kant nesneye olduğu gibi özneye de kesin bir bilinemezlik yakıştırır ki bu gibi kozmolojik önermelere saf usun çatışkıları adını verir ve bunları dört ana çatışkı da toplar.
1) Nicelik çatışkısı:"Evren sınırlıdır-evren sınırsızdır"
2) Nitelik Çatışkısı:"Özdek bölünmez atomlardan yapılmıştır-özdek sonsuzca bölünebilir."
3) Bağıntı çatışkısı: "Her şey zorunlu olarak bağıntılıdır-hiçbir şey zorunlu olarak bağıntılı değildir."
4) Kiplik çatışkısı: "Evrenin nedeni olan zorunlu bir varlık vardır-evrenin nedeni zorunlu bir varlık değildir."
Kant’a göre anlık duyumsal deneyin sınırlarını aşamayacağından duyumsal deneyin dışında kalan bu gibi önermelerin savı kadar karşı savı da aynı kesinlikle tanıtlanabilir
Antropomorfizm
İnsan niteliklerini başka bir varlığa
İlkel insanlarda başlayan bu tasarım
A posteriori
Deneyden önce alan... Deneyden sonra olan anlamındaki Aposteriorinin (sonsal) karşıtıdır.
Deneyden çıkarsamadığı ve bundan ötürü de deneyden önce olduğu varsayılan bilgi sorunu antikçağ yunan düşüncesinde oluşmuş
Arkhe
Batı Anadolu kıyılarındaki kentlerde yaşamış Sokrates öncesi filozofların ilke “temel” “ana madde” anlamı kazandırdıkları sözcüktür
Bilinen tarih içinde sözcüğü felsefi anlamda ilk kullanan Batılı anlamda ilk filozof sayılan Thales’tir. Thales her şeyin arkhesi su demiştir. Thales sözcüğü her şeyin "ana maddesi"
Aristoteles ise arkhe her şeyin temeli özüdür. Bütün öteki şeyler ondan çıkar
****fizik idealist felsefede bütünüyle bu ilk (arkhe) düşüncesine dayanır. ****fiziğin en belli ve açık biçimi olan dinsel düşünceye göre bu ilk tanrı’dır.
Arkhe düşüncesi “ilk”leri “başlangıç”ları “temel”leri arayan düşünüş biçimiyle daima iç içedir.
Ateizm
Tanrının varlığını yadsıyan görüş... Ateizm
B Dizini
Belit
(Aksiyom)
Başka bir önermeye götürülemeyen ve tanıtlanamayan
böyle bir geri götürme ve kanıtı da gerektirmeyip
kendiliğinden apaçık olan ve böyle olduğu için öteki önermelerin temeli ve ön dayanağı olan temel önerme. Ne türlü bir belitten yola çıkılırsa o türlü bir sonucu varılır. Belitlere dayanan bir felsefe
belitlerin yanlışlığı meydana çıkınca çöker.
1)Mantık: Mantıkta belit terimi
bir şeyi tanıtlamak için kullanılan tanıtlanmayı gerektirmeyecek kadar açık ilke anlamını veriri tanıtlanmayı gerektirmediği gibi tanıtlanamazda. Çünkü tanıtlama
daha da açıklamak demektir
buysa daha çok açıklanamaz. Her belit bir ilkedir
ama her ilke bir belit değildir. Örneğin
“her bütün kendini meydana getiren parçalarından büyüktür” ilkesi bir belittir
buna karşı Einstein’in görelilik ilkesi bir belit değildir. ****fizik dünya görüşünün ürünü olan bütün mantıklar
“bir şey kendisinin aynıdır” önermesiyle dile getirilen özdeşlik ilkesini belit saymışlardır. Hegel’in diyalektik mantığı bunun doğru olmadığını meydana koymuştur. Bir şey kendisiyle bile aynı değildir
çünkü sürekli olarak değişmektedir.
2) Matematik: nicelikler arasındaki orantıları dile getiren zorunlu önermeler
matematikte belit adıyla tanımlanırlar. Örneğin
“bir üçüncü niceliğe ayrı ayrı eşit olan nicelikler birbirine eşittir”
“eşit niceliklere eşit nicelikler eklenirse toplamları da eşit olur”. Matematiksel belit
mantıksal belitin niceliklere uygulanmasıdır. Aralarında başkaca bir anlam ayrılığı yoktur.
3) Dekartçılık: Descartes ve başta Spinoza olmak üzere izdaşları felsefelerini belitlere dayarlar. Örneğin Descartes
felsefesini “düşünüyorum
öyleyse varım” belitinden çıkarak kurmuştur. Spinoza’da ünlü Etika’sında örneğin
“başka bir şeyle tasarlanmayan şeyin kendisiyle tasarlanması gerekir” gibi belitlerden yola çıkar. Ne var ki
ne türlü bir belitten yola çıkılırsa o türlü bir sonuca varılır. Bundan başka
bu belitler
“parçalarının toplamı bütüne eşittir” gibi belitler gücünde değildirler. Daha açık bir deyişle
Dekartçıların belitleri öznel
kendilerince belit sayılmış belitlerdir. Nitekim Cogito’nun yüzyıllarca önceki biçimini çürütmek için
“bin altın düşünüyorum
öyleyse bin altınım var” önermesi ileri sürülmüştür.
Biçim (Form)
Nesnelerin dış görünüşü. ****fizikte bir nesnenin
gizil ilkesi olan
hammaddeden ayırt edilen etkin belirleyici ilkesi.
Platon bugün biçim sözcüğü ile karşılanan eidos terimini bir şeyi o şey yapan kalıcı gerçeklik ile sonlu ve değişmeye uğrayan tikelleri ayırmak için kullanmıştır. Platoncu biçim kavramı
da Pytagarosçı kurama dayanır. Bu kurama göre
nesnelerin ayırt edici özelliklerini veren maddi öğeler değil
Pythagoras’ın sayısal olarak adlandırdığı kavranabilir yapılardır.
Madde ve biçim arasındaki ayrımı ilk kez ortaya atan Aristoteles’tir. O’na göre madde kendi içinde bir nesne değil
nesnelerin oluşumunda bulunan farklılaşmış temel öğedir. Tikel nesnelerin
bu temel öğeden oluşmaları farklılaşma süreci ile gerçekleşir. Bu süreç içinde belirli biçimler alan nesneler de kavranabilir dünyayı oluşturur. Madde gizil öğe
biçim ise gerçekleşen öğedir.
Alman filozof Kant’a göre
biçim zihnin
bir özelliği birey tarafından nesneye yükleniyordu. Kant’a göre mekan ve zamanın duyarlılığı iki apriori biçimindedir. İnsanın kendi başına zaman ve mekan deneyimi olmasa bile insanın mekan ve zaman dışı deneyiminin olmayacağını savundu.
Bilgicilik (Sofizm)
Eski Yunan’da İ.Ö 5. yüzyılın ikinci yarısından İ.Ö 4. yüzyılın başlarına değin para karşılığı felsefe öğreten gezgin felsefecilerin (sofistler) oluşturdukları akıma bilgicilik denir.
Sofist deyimi
bilgeliği yeğleyen öğreti
bilgi öğretmeni
siyasada yararlı olma sanatı
söz söyleme sanatı anlamlarında kullanılmıştır. İ.Ö 5. yüzyıl
antik çağ Yunan felsefesinde bilgicilik akımının egemen olduğu çağdır. İlk düşünür sayılan Thales’den beri ortaya atılan sayısız varsayımlar
sonunda insan zekasını şahlandırmış ve bütün olup bitenleri yeniden gözden geçirerek kıyasıya eleştirmeye yöneltmişti. Doğa bilimlerinin denetiminden yoksun insan düşüncesi
varlığın temeli konusunda daldığı hayal aleminden kendisine dönüyordu. Bilgicilik akımının inceleme amacı
insanın kendisiydi. Protagoras’ a göre
“insan her şeyin ölçüsü” ydü. Bilgi
teorik bir merak değil
pratik bir yarar olmalıydı. Protagoras “tanrılara gelince
ben onların ne var olduklarını ne de yok olduklarını bilirim” diyordu. Bilgici Hippias
giydiği elbiseyi kendisi diktiği için “ bağımsızlığa kavuşmakla” övünüyordu. İnsan her türlü yapma bağlardan kurtulmak ve insansal yasanın (nomos) yerine doğal yasa (physis) konulmalıydı.
Bilgiciler
özdekçi düşünceleri sürmekle beraber
ürünü oldukları idealist çizgiyi sürdürmüşler ve dünyayı tanıma olanağını yadsımışlardır. İşte bu idealist çizgidir ki
bir yandan bilgicilik akımını yozlaştırarak felsefeyi güzel söz söyleme sanatına dönüştürürken diğer yandan idealist ilkelerin gelişmesi sürecini doğurmuştur.
Budizm
Buda’nın ileri sürdüğü gizemsel dünya görüşü ve din.
Budizm İ.Ö 6. yüzyılda
Brahmanizm’e bir tepki olarak ortaya çıkmıştır. Brahmanizm’in tanrıları ve kast ayrılıkları
açlık ve yoksulluk içinde acı çeken milyonlarca insanı büsbütün tedirgin etmeye başlamıştı. Buda
bu insanlara
dünyadan vazgeçme (nirvana) yoluyla acıdan kurtulmayı öğütlüyordu. Yaşam acısız kılınamayınca acı yaşamsızlıkla giderilecekti. Buda
tanrının sözünü etmez
kurtuluşu törebilimsel arınmaya bağlar. Budizm’e göre insan ruhunu yeniden bedenleşmesi kurban kesmekle olmaz
günahsız iyi davranışlarla sağlanabilirdi. Buda’ya göre acı çekme gerçeği (insanları birbirine bağlayan bütün nesneler acı kaynağıdır)
istek gerçeği ( acı
insan isteğinden doğar)
acının yok edilmesi gerçeği ( acı
her türlü istekten el çekme eş deyişle nirvanalaşmakla yok edilir) ve sekiz tane maddeden oluşan sekiz yol gerçeği olmak üzere dört temel gerçek vardır.
Buda’ya göre evrende insanın bağlanabileceği hiçbir şey yoktur
ne özdekte ne de ruhta hiçbir şey sürekli değildir
ne biçim ne öz vardır
her şey gelip geçicidir
dünya yalan ve boştur.
Belit
(Aksiyom)
Başka bir önermeye götürülemeyen ve tanıtlanamayan
1)Mantık: Mantıkta belit terimi
2) Matematik: nicelikler arasındaki orantıları dile getiren zorunlu önermeler
3) Dekartçılık: Descartes ve başta Spinoza olmak üzere izdaşları felsefelerini belitlere dayarlar. Örneğin Descartes
Biçim (Form)
Nesnelerin dış görünüşü. ****fizikte bir nesnenin
Platon bugün biçim sözcüğü ile karşılanan eidos terimini bir şeyi o şey yapan kalıcı gerçeklik ile sonlu ve değişmeye uğrayan tikelleri ayırmak için kullanmıştır. Platoncu biçim kavramı
Madde ve biçim arasındaki ayrımı ilk kez ortaya atan Aristoteles’tir. O’na göre madde kendi içinde bir nesne değil
Alman filozof Kant’a göre
Bilgicilik (Sofizm)
Eski Yunan’da İ.Ö 5. yüzyılın ikinci yarısından İ.Ö 4. yüzyılın başlarına değin para karşılığı felsefe öğreten gezgin felsefecilerin (sofistler) oluşturdukları akıma bilgicilik denir.
Sofist deyimi
Bilgiciler
Budizm
Buda’nın ileri sürdüğü gizemsel dünya görüşü ve din.
Budizm İ.Ö 6. yüzyılda
Buda’ya göre evrende insanın bağlanabileceği hiçbir şey yoktur
D Dizini
Deizm
Vahiy ya da bir kilise öğretisi aracılığıyla edinilmiş her türlü dinsel bilgiye karşı çıkan buna karşılık belirli bir dinsel bilgi bütününü herkesin doğuştan taşıdığını ya da us yoluyla elde edebileceğini savunan görüşe denir. Deizm
tanrılık gücünün sadece yaratma işlemiyle sınırlandığını ve bir kez yaratıldıktan sonra dünyanın hiçbir işine karışmadığını eş deyişle dünyayı yönetmediğini belirtir.
Deizmin dayandığı “doğal” din kavramı başlıca iç kaynaktan beslenir. İnsan usuna duyulan inanç
dogmacılığa ve hoşgörüsüzlüğe yönelen vahiy öğretisinin
reddedilmesi ve tanrının düzenli bir dünyanın ussal mimarı biçiminde kavranması. Deizmciler Hıristiyanlıkta ve dünya dinlerinde görülen ibadet
inanç ve öğreti farklılıklarının temelinde evrensel olarak benimsenmiş din ve ahlak ilkelerinin
ussal bir özün bulunduğunu öne sürerler.
Deizimcilere göre kendi başına doğal din
her türlü kuşku ve yozlaşmadan uzaktır. Bu yüzden us yoluyla doğrulanmış yalın ahlakı
doğrular dışında Hıristiyanlığın sonradan eklediği tüm öğelere karşı çıkarlar.
Dekartçılık (Cartezyanizm)
Fransız düşünürü Descartes’in felsefesi.
Descartes
düşünsel felsefenin büyük çapta aşamacılarından biridir. Antikçağ Yunan
şüpheciliğinden yüzyıllarca sonra şüpheciliği temel bir yöntem olarak kullanmış ve bunu analitik geometri adı verilen matematiksel bir kesinlikle uygulamaya çalışarak yepyeni doğrulara varmayı denemiştir. Temel yöntem
şöyle özetlenebilir: önce bir ilke olarak
edinilmiş bütün bilgilerinden şüphe etmeliyim ve onları bir yana bırakarak ilk ve sağlam yeni bir düşünceden yola çıkmalıyım. İnsanların bütün düşünceleri birbirine bağlıdır
birbirinden çıkar. Bir düşünmeyi doğuran ondan önce gerçekleşmiş başka bir düşüncedir. Düşünceler bir neden sonuç zinciri içerisinde sürüp gider(mekanizm) öyleyse sırayı titizlikle kovalarsam doğru olmayan bir düşünceyi doğru sanmaktan sakınarak düşünce zincirinin arasına yanlış bir düşünce karıştırmazsam doğru olana ulaşabilirim. Bu durumda benim için kesin olan tek şey şüphe etmektir. Bütün bilgilerden şüphe etmek
düşünmektir. Düşünmekse var olmaktır. Öyleyse
var olduğumda şüphesizdir. Düşünüyorum öyleyse varım.şüphe edemeyeceğim ilk ve sağlam bilgim budur. Şimdi
neden sonuç zincirini titizlikle kovalayarak
bütün öteki bilgileri bu temelden çıkarabilirim.
Descartes’in başlıca öğretileri şunlardır.
1)Gerçeklik
özü düşünme
olan zihin ile özü üç boyutlu uzam olan madde biçiminde ikiye ayırabilir.
2)Tanrı
zihin ve madde kavramları doğuştan gelir ve deneyimden kaynaklanmaz.
3)Felsefede doğruya erişmenin yanılmaz yöntemi
şüphe edilemez
açık ve seçik bir önerme ya da kavramlara ulaşıncaya değin her şeyden şüphe etmektir.
Descartesçi düşünürlerin çoğu Descartes’in “ Düşünüyorum
öyleyse varım” deyişinde anlatımını bulan
düşünen öznenin düşündüğünden
dolayısıyla var olduğundan şüphe edemeyeceği yöntemindeki önermenin
ilk ve açık seçik doğru olduğu görüşünde birleşir. Gene Descartesçilerin büyük bir bölümü
bu ilk doğru temelinde yalnızca usa dayalı bir felsefede ve bilim sisteminin kurulabileceği görüşündedir. Buna bağlı olarak Dekartçılık bütünüyle usa bir ****fizik geliştirilebileceğini savunur.
Demiourgos
Düzenleyici Tanrı... Antik Yunan düşünürü Platon’a göre ‘iyi’ ideası düzenleyici bir Tanrı’dır. Yaratmış değil biçim vermiştir. Antikçağ Yunanlılarında yaratma düşüncesi yoktur; bir sanatçı
bir mimar gibi yapma
düzenleme
biçimlendirme çabası vardır. Bu anlayışa göre dünya yoktan var edilmemiş
idealar gibi ilksiz ve sonsuz olan biçimsiz özdekten düzenlenip biçimlendirilerek meydana getirilmiştir. Platon’a göre bu biçimlendirmede örneklik eden idealardır
evrendeki bütün varlıklar bu ideal ilk örneklerine uygun olarak özdeği biçimlendirme yoluyla yapılmışlardır. Bu terim Platon’ca evren ruhu
gnostiklerce ikinci Tanrı ve Hegel’ce düşünce süreci anlamında kullanılmıştır.
Determinizm
Ahlaki seçimler dahil bütün olayları
özgür iradeyi ve insanın başka türlü davranabilmesi olanağını dışlayan
önceden varolan nedenlerce belirlendiğini savunan kuram. Bu kurama göre evrenin tümüyle ussal bir yapısı vardır; belirli bir durumun eksiksiz bilgisine sahip olmak
o durumun
geleceğine ilişkin yanılmaz bilgiyi de olanaklı kılar. Laplace’e göre
evrenin bugünkü durumu
önceki durumunun sonucu
sonraki durumunun ise nedenidir. Bir zihin
belirli bir anda doğada işleyen bütün güçleri ve doğanın bütün bileşenlerinin karşılıklı konumunu bilebilse
küçük ya da büyük her birimin hem geleceğini
hem geçmişini kesin olarak bilebilir.
Determinizm yandaşlarına göre
kuramları
ahlaki sorumluluğun kabulüne aykırı değildir. Örneğin belirli bir davranışın kötü sonuçları önceden görülebilir; bu da insana ahlaki sorumluluk yükler ve insan eylemlerini etkileyebilecek engelleyici bir dış neden oluşturur.
Dialektik
Kavramlar arasındaki karşıtlık ilişkisinden yola çıkarak bunu doğruya varan süreçlerin açığa çıkarılmasında bir ilke olarak kullanan düşünme ve araştırma yolu.
Diyalektik düşüncenin başlangıcı
doğayı ve evreni oluşturduğu düşünülen ateş
hava
su
toprak gibi ilk öğelerin (arkhe) aralarındaki karşılıklı çatışma-dönüşme ilişkileri biçiminde
Sokrates öncesi fizikçilerde görülür. Daha sonra şeylerin karşıtlarından yola çıkarak var olmaları ve gene karşıtları içinde yok olmalarını ele alan Herakleitos
diyalektiği evrenin etkin bir ilkesi olarak düşünmenin öncüsü oldu. Aristoteles’e göre
bazı kabullerden yola çıkarak usavurma yoluyla bunları saçmaya indirgeyerek karşıtlarını kanıtlama tekniği anlamında diyalektiğin kurucusu Elealı Zenon’du.
Diyalektiği bir yöntem olarak ilk kullanan ise Sokrates’tir. Sokrates için diyalektik
karşılıklı
karşılıklı soru-yanıt yoluyla kavramlara açıklık getirme yöntemidir. Karşı tarafın yanıtından yola çıkarak bunun gene onun düşünceleri açısından tutarsız ve çelişik olduğunu göstermek
yöntemin ilk aşamasıdır. Bundan sonra karşılıklı soru- yanıtlarla
tartışma konusu kavram çeşitli açılardan ele alınır
açımlanır.
Sokrates’in açıklama yöntemini belirli bir varlık görüşüne bağlayan Platon
diyalektiği bilgi görüşüne dayalı bir eğitim yöntemi olarak geliştirdi. Ona göre diyalektik
bir varlık sıralaması içinde en alt düzeyden gittikçe yükselerek sonunda idea’lara varmak için izlenen bir öğretme ve öğrenme sürecidir.
Yeniçağ felsefesinde diyalektik terimini ilk kullanan Kant’tır. Kant’a göre diyalektik yanılgını mantığıdır;; kendi halindeki us
bazı usavurma işlemlerini mantıksal sınırlarına kadar götürüp sonunda kendisiyle çatışma içine düşer. Ortaya çıkan antinomileri (çatışkıları) gidermek içinse Kant’ın “transandantal diyalektik” adını verdiği yöntem uygulanır; iki karşıt sav arasındaki çatışma
hem tezin
hem de antitezin karşıtının olanaksızlığı kanıtlanarak giderilir. Böylece Kant için diyalektik
hem usun içine düştüğü doğal bir yanılgı biçimi
hem de bunu düzeltmek için kullanılacak bir eleştiri ve yanlış gösterme yöntemi haline gelir.
Diyalektik anlayışının temelinde yatan üçlü düşüncesini Kant’tan alan Hegel
buna bambaşka bir anlam yükledi. Hegel’e göre
gerçekleri oluşturan kavramların her biri karşıtını kendi içinde taşır. Düşünce
bir kavramdan (tez) onun içindeki karşıtına(antitez) bundan da yeniden karşıtına (yani ilk kavrama) dönmekle
diyalektik hareket içinde
iki kavramın birliğini oluşturan üçüncü kavrama (sentez) ulaşır. Bu süreç
düşüncenin kendisini kavramasını sağlayan bilinç içeriğini artırır. Hegel’e göre diyalektik
varlığı belirleyen düşüncenin kendi süreci olduğu gibi dünya tarihinin de oluşum ilkesidir.
Diyalektik usavurmayı Hegel’den ve Sokrates öncesi filozoflardan alan Karl Marx’a göre diyalektik tarihsel bir süreçtir;;; ekonomik temelli bazı toplumsal oluşumların zaman içinde karşıtlarını üretmeleri
karşıtların giderek çatışmaya dönüşmesiyle de yeni oluşumun etkisini ortadan kaldırması biçiminde yürür.
Diyalektik kavramı günümüzde
****fizik teriminin tam karşıtı olarak yeni ve bilimsel bir dünya görüşünü dile getirir.
Deizm
Vahiy ya da bir kilise öğretisi aracılığıyla edinilmiş her türlü dinsel bilgiye karşı çıkan buna karşılık belirli bir dinsel bilgi bütününü herkesin doğuştan taşıdığını ya da us yoluyla elde edebileceğini savunan görüşe denir. Deizm
Deizmin dayandığı “doğal” din kavramı başlıca iç kaynaktan beslenir. İnsan usuna duyulan inanç
Deizimcilere göre kendi başına doğal din
Dekartçılık (Cartezyanizm)
Fransız düşünürü Descartes’in felsefesi.
Descartes
Descartes’in başlıca öğretileri şunlardır.
1)Gerçeklik
2)Tanrı
3)Felsefede doğruya erişmenin yanılmaz yöntemi
Descartesçi düşünürlerin çoğu Descartes’in “ Düşünüyorum
Demiourgos
Düzenleyici Tanrı... Antik Yunan düşünürü Platon’a göre ‘iyi’ ideası düzenleyici bir Tanrı’dır. Yaratmış değil biçim vermiştir. Antikçağ Yunanlılarında yaratma düşüncesi yoktur; bir sanatçı
Determinizm
Ahlaki seçimler dahil bütün olayları
Determinizm yandaşlarına göre
Dialektik
Kavramlar arasındaki karşıtlık ilişkisinden yola çıkarak bunu doğruya varan süreçlerin açığa çıkarılmasında bir ilke olarak kullanan düşünme ve araştırma yolu.
Diyalektik düşüncenin başlangıcı
Diyalektiği bir yöntem olarak ilk kullanan ise Sokrates’tir. Sokrates için diyalektik
Sokrates’in açıklama yöntemini belirli bir varlık görüşüne bağlayan Platon
Yeniçağ felsefesinde diyalektik terimini ilk kullanan Kant’tır. Kant’a göre diyalektik yanılgını mantığıdır;; kendi halindeki us
Diyalektik anlayışının temelinde yatan üçlü düşüncesini Kant’tan alan Hegel
Diyalektik usavurmayı Hegel’den ve Sokrates öncesi filozoflardan alan Karl Marx’a göre diyalektik tarihsel bir süreçtir;;; ekonomik temelli bazı toplumsal oluşumların zaman içinde karşıtlarını üretmeleri
Diyalektik kavramı günümüzde
Dialektik İdealizm
Hegel’in idealizmine diyalektik idealizm denir.
Hegel
Varlığın diyalektik gelişim süreci
Diyalektik idealizm yani Hegelci diyalektik
Dialektik Materyalizm
Doğada ve tarihte belirleyici olan süreçlerin
Marx ve Engels kendi diyalektik anlayışlarını büyük ölçüde Hegel’in görüşlerinden yola çıkarak geliştirmişlerdir. Hegel değişme ve gelişmeyi doğada ve toplumda somutlaşan Mutlak Tin’in ya da İdea’nın bir dışavurumu olarak görürken
Marx ve Engels’in bilgi kuramının çıkış noktası
Diyalektik materyalizm: doğa
Dogma
Her türlü inceleme ve eleştirmenin üstünde tutulan
Dogmatizm
Din ya da yetkelerce ileri sürülen düşünce ve ilkeleri kanıt aramaksızın
Duyumcu Şüphecilik
Duyumların getirdiği bilgini öznel olduğunu ileri süren şüphecilik.
Duyumcu şüphecilik
Aenesidemos bunu kanıtlamak için on kanıt ileri sürer. Bu kanıtlar şöyle özetlenebilir: hepimiz aynı biçimde algılasaydık hepimiz aynı düşünceleri ya da bilgileri edinirdik
Düalizm
Herhangi bir alanda birbirlerine indirgenemeyen iki karşıt ilkenin varlığını ileri sürme... Bircilik ve çokçuluk terimleri karşılığıdır.
Felsefe alanında ilk dualist
Fransız düşünür Descartes de evrendeki bütün gerçeklikleri birbirine indirgenemeyen ruh ve özdek ikiliğinde toplar. Dualizm
E Dizini
Eklektisizm
(Seçmecilik)
Farklı düşünce sistemlerinden seçilen öğretilerin ayrı bir sistem içinde birleştirilmesi. Eklektizm
öğretilerin alındığı sistemlerin bütününü benimsemediği gibi
aralarındaki çözümleme amacını da gütmez. Dolayısıyla
düşünce sistemlerini birleştirme ya da uzlaştırma yöntemi olan sinkretizmden farklıdır.
Fransız düşünürü Victor Cousin
eklektizm yönteminden bir felsefe okulu kurmuştur. Cousin’in eklektizm öğretisi Platon’u
Kant’ı ve İskoçyalıları kaynaştırır.
Soyut düşünce düzeyinde her sistemin öğretileriyle ayrılmaz bir bütün oluşturduğu kabul edilirse
eklektizm
farklı sistemlerden keyfi olarak seçilen öğretilerin bir araya getirilmesinden doğacak tutarsızlıklar yüzünden eleştirilebilir. Ama uygulamada eklektik bakış açısı birçok bakımdan yararlı olabilir.
Bir devlet adamı kadar bir felsefeci de
ilkesel olarak değil
karşıt tarafların öne sürdüğü görüşlerin gerçek değerlerini gördüğü için eklektik olabilir. Bu tür bir eğilim
sistemler yeniliklerini yitirdiğinde ya da tarihsel koşulların ve bilginin değişmesiyle sistemlerin yetersizlikleri ortaya çıktığında görülür.
Elea Okulu
Antikçağ Yunan düşüncesinde Ksenofanes ve onu izleyenlerce geliştirilen öğreti...Kloplon'lu Ksenofanes
Hellen kentlerinde yetmiş yıl süren bir geziden sonra Napoli’nin güneyindeki Elea'ya yerleşmiştir. çok tanrıcılığa karşı tek tanrı polemiğini orada yapmış
Homeros'la Hesiodos'a karşı çıkarak Tanrı'nın birliğini ve değişmezliğini savunmuştur. Birlik ve değişmezlik düşünceleri üstüne kurulan Elea öğretisi
Ksenofanes'in öğrencisi Parmenides'le gerçekleşmiştir. Melissos
Zenon
Gorgias gibi düşünürlerin sürdürdükleri bu öğreti
antikçağ Yunan felsefesinin genel diyalektik yapısı içinde olumsuz yanı tutar. Deney dışı usçuluğu
değişmezliği
saltıklığı savunur. Elea’lı Zeon’un devimi çürütmek için ileri sürdüğü çıkmazlar da ünlüdür
bunlara Zenon çıkmazları denir. Bu çıkmazlar gerçekte kolaylıkla çözülebilecek yanıltmacalardır. Felsefe tarihinde ****fizik
Elalılarla başlamıştır. Elealılar bilginin kaynağını
duyguda ve deneyde değil
düşüncede bulurlar. Onlar için varlık birdir ve saltıktır
hiç değişmemiştir ve değişmeyecektir. Bununla beraber kavramsal diyalektiği
daha açık bir deyişle mantıksal kavramların diyalektik hareketini ilk kez ortaya atmakla Elealılar Hegel’in öncüleridir. Platon idealizminin gerçek temeli de Elealılardır. Ksenofanes’in
kendisi devimsiz olan tanrının sadece düşünmekle dünyayı kımıldattığı yolundaki ****fizik varsayımı da Aristoteles ****fiziğinin gerçek kaynağıdır. Elealı Parmenides’e göre sadece varlık vardır
dahası varlıkla düşünme aynı şeydir. Parmenides’e göre varolma ve yok olma duyuların hokkabazlığıdır
duyularsa bir düşten daha gerçek değildirler. Yer değiştirme
renk değiştirme vb. gibi insanların sözünü ettikleri şeyler sadece birer addırlar.Parmenides’e göre varlık ülkesinde sadece şu nitelikler geçerlidir: meydana gelmemiş
geçip gitmez
bölünmez
sürekli devimsiz
değişmez
aynı şeyde aynı şey
kendinde
toplu
bir
bütün...
Endeterminizm
Hadiselerin sebepsiz meydana gelemeyeceğini
dünyada mutlak bir başlangıcı
hür bir iradenin yeri olamayacağını kabul eden determinizmin karşıtı olan görüş.
Ahlakta endeterminizm
insan iradesinin hiçbir şarta bağlı olmadığını
içinde bulunduğu şartlarla belirlenmediğini
insanın hür iradesinin sebeplilik kanununa bağlı olmadığını ileri sürer.
Endividüalizm
Bireyin özgürlüğüne büyük ağırlık veren ve genellikle kedine yeterli
kendi kendini yönlendiren
görece özgür bireyi yada benliği vurgulayan siyaset ve toplum felsefesi. terimi ilk kez kullanan Fransız siyaset yorumcusu Alexis de Tacquille
bireyciliği insanın yalnızca kendi ailesi ile arkadaşlarına öngören ölçülü bir bencilik olarak tanımlanmıştır.
Endividualizm
bütün ortaçağı kapsayan Hristiyan dünya görüşüne bir tepki olarak Rönesans’ta ortaya çıkan bir dünya görüşüdür. gerçekte tarihi çok daha eskidir. Özel mülkiyetle güçlenmiş ve toplum içinde seçkinleşmiş olan birey topluma üstün tutan bu çok eski eğilim Rönesans ta biçimlenmiş ve bir dünya görüşü olarak ****fizikten ekonomiye kadar çeşitli alanlarda etkinleşmiştir. ****fiziksel açıdan bireycilik
tanrılık baş gerçeği yerine bireyi koyar. Bireyin usu onu bireyselliği içinde evrenselliğe bağlamaktadır. Demek ki birey
bireysel olandan evrensel olanı tek yapıda birleştiren varlıktır. öyleyse baş gerçek olarak ele alınmalı ve başta din kurumu olmak üzere bütün kurumlar onun çıkarlarına uygun düzenlenmelidir.
Bireycilik
bir değerler sistemi olduğu kadar
insan yapısıyla ilgili bir kuram
genel bir davranış biçimi ve belirli siyasal ekonomik
toplumsal ve dinsel düzenlemelere yönelik bir inanç anlamına gelir. Bireyciliğin değerler sistemi üç önermeyle açıklanabilir:
1)bütün değerler insan merkezlidir: insanlarca yaratılmış olmasalar bile
onlar tarafından yaşanır.
2) Birey kendi başına bir amaç ve yüce bir değerdir
toplum bireyin amaçları için sadece bir araçtır.
3) Bütün bireyler
bir anlamda ahlakça eşittir. Hiç kimse hiç bir zaman yalnızca bir başka bireyin iyiliği için araç olarak görülemez.Bireyciliğin insan yapısına ilişkin kuramına göre normal ve yetişkin bir insanın çıkarlarını korumanın en iyi yolu kendi amaçlarını ve bu amaçlara ulaştıracak araları seçmekte ve o yönde davranmakta en büyük özgürlüğü ve sorumluluğu bireye tanıtmaktır. bu görüş bireyin kendi çıkarlarını en iyi kendisinin bildiği ve eğitim olanağı verildiğinde
bu çıkarları nasıl geliştirebileceğini de gene onun bulabileceği inancından kaynaklanır. Ayrıca bireyin bu seçimleri yapmasının
hem onun gelişmesine
hem de toplumsal refaha katkıda bulunacağı varsayılır
çünkü bireycilik üretken çabayı özendiren en etkili yoldur bu açıdan bakıldığında toplum kendine yeterli bireyin toplamıdır..
Genel bir davranış biçimi olarak bireycilik
özgüvene
gizliliğe ve başka bireylere saygı göstermeye büyük önem verir. Otoriteye ve birey üzerindeki özellikle devlet tarafından uygulanan her türlü denetime karşı çıkar. Ayrıca "ilerleme"ye inanır
ilerlemenin bir aracı olarak da bireye farklı olma
başkalarıyla yarışma ve başkalarının önüne geçme (ya da gerisinde kalma) hakkını tanır. Bireyciliğin kurumsal sonuçları da bu ilkelere dayanır.Yalnızca en aşırı bireyciler anarşi yanlısıdır. Ama hepsi devletin bireylerin yaşamına en az karışması gerektiğine
bireylerin birbirleriyle çatışmasını önlemek ve gönüllü olarak varılmış anlaşmaların uygulanabilmesi için yasaları ve düzeni koruma görevini üstlenmek zorunda olduğuna inanır. Bireycilik
devleti zorunlu bir olumsuzluk olarak görme eğilimindedir ve "en iyi yönetim
en az yönetimdir" sloganını benimser.
Bireycilik
her bireyin (ya da ailenin) mülk edinmek için en çok olanaktan yararlanabileceği bir mülkiyet sistemi önerir. Birlik kurma özgürlüğü
her türlü örgüte girme (ya da girmeyi reddetme) hakkını kapsar.
Enstrümantalizm
Amerikan düşünürü pragmacı John Dewey’in kuramları alet sayan öğretisi... Amerikan düşünürü William James’in uygulayıcılığından yola çıkan Amerikan düşünür Dewey; bilimsel yasa
kuram ve kavramları birer “alet” saymaktadır. Başarılı olurlarsa iyi ve gerçektirler
başarılı olmazlarsa kötüdürler ve gerçek değildirler. Deneysel mantık adıyla adlandırılan aletçilik
nesnel bilimciliği yadsır. Ona göre bilimin
belli bir durumda en elverişli davranışın araştırılmasını sağlamaktan başka hiçbir nesnel gerçekçiliği yoktur. Aletçilik nesnelliği öznelliğe indirgediğinden ötürü de öznel düşünceci bir anlayıştır.
Entellektüalizm
Bütün varlıkları anlıksal temele indirgeyen öğretilerin genel adı...İradecilik karşıtı ve özellikle bilgibilimde usçulukla anlamdaş olarak kullanılmıştır. Törebilimsel anlam
ahlaksal davranışların anlıkla belirlendiği anlayışını dile getirir; eş deyişle ahlaksal davranışlar bir bilgi ve uslamlama işidir. Genellikle anlığın başatlığında birleşen Platon
Descartes
Spinoza
Leibniz
Wolf
Kant
Hegel gibi birbirlerinden az ya da çok farklı bir çok düşünürlerin öğretileri anlıkçılık genel adı altında toplanırlar. Genellikle küçümseyici anlamda kullanılan terimin ayırıcı niteliği
varlıkları anlıksal temele indirgemektir. Anlıkçılar içinde Platon gibi nesnel gerçekçiliği anlıksal gerçekçiliğin bir kopyası sayan
Kant gibi nesnel gerçekliğin var olduğunu
ama asla bilinemeyeceğini ileri süren
Berkeley gibi nesnel gerçekliği tümüyle yadsıyan düşünürler vardır.
Entüisyonizm
Bilginin sezgiyle elde edilebileceğini savunan öğretilerin genel adı
özel olarak Bergsonculuk... Entüisyonizm
tümü idealist yapıda olarak
dört bilgi alanında gerçekleştirilmiştir: felsefe
ruhbilim
törebilim ve matematik.
1) Felsefesel entüisyonizm: Fransız idealisti Henri Bergson’un öğretisi olarak Bergsonculuk adıyla da anılır. Bergson’a göre gerçeği saltık ya da saltığı gerçek olarak kavramaya sezgi denir. Gerçeği doğrudan doğruya kavratacak sezgiden başka hiçbir yol yoktur. Çünkü gerçek
özdeksel doğa değil
ruhsal doğa
eş deyişle ruhsal yaşam ve tek sözle yaşamdır. Yaşam evrenin kurtuluşuyla başlamıştır ve özdeğin tüm engellerine karşın yolunu açarak
onun durgunluğunu alt edip kimi yerde onu kımıldatarak akıp gitmektedir. Bu kesintisiz
bölümsüz ve sürekli akışa Bergson süre demektedir. İşte bu sürenin bilgisini kavramak için bu süreyle birlikte yaşamak
onun içinde olmak ve onunla birlikte akmak gerekir ki bunu ne us ne de bilim gerçekleştirebilir. Çünkü us ve bilim sinematografik olarak çalışırlar. Bergson’a göre ussal ve bilimsel bilgi sinematografiktir. Bir film
ard arda dizilmiş durgun ve bölümsel resimlerden oluşur. Us ve bilim
filmin akışını durdurarak bu resimleri tek tek incelerler ve birtakım bilgiler saptarlar. Ne var ki akışın bizzat kendisini
eş deyişle yaşamı hiçbir zaman kavrayamazlar. Demek ki us ve bilim
sadece durgun ve bölünebilir olan özdek üstünde bilgi edinebilirler. Bergson’a göre zaman
uzay gibi özdeksel değildir. Uzay özdekseldir
çünkü özdeksiz uzay ve uzaysız özdek (eş deyişle yer kaplamayan özdek) yoktur. Oysa zamanı bölen
parçalayan
onu aylara ve yıllara ayıran us ve bilimdir. Us ve bilim
zamanı uzaya bağlamakla ( örneğin ay ayın
yıl dünyanın uzayda yer değiştirmesidir.) onu özdekleştirmektedir. Demek ki us ve bilim
hiçbir şeyi özdekleştirmeden inceleyemiyor. Yaşamsal akışın eş deyişle sürenin kavranmasıysa özdekleştirilmeden gerçekleştirilmelidir
çünkü “gerçek süre
daima zaman adı verilmiş olan şeydir”. Bunu kavrayabilecek olansa sadece sezgidir. Bergson’a göre sezgi
kendi bilincine varmış içgüdüdür. Şöyle der: “ içgüdüyü söyletebilseydik
yaşamın bütün sırlarını çözerdik”. Bilinç içgüdüde içkindir ve ruhsaldır. Bundan ötürü de ruhsal yaşam akışını sadece o kavrayabilir.
2) Ruhbilimsel entüisyonizm: William Hamilton ve İskoçyalılar tarafından geliştirilmiştir. Hamilton’a göre bilinç
dış dünyayı
olduğu gibi ve araçsız olarak ( eş deyişle sezgiyle) kavrar ve us deneyüstü hakikatleri bize sezgi yoluyla tanıtır. Hamilton’un sezgi deyiminden anladığı bir çeşit dinsel vahiydir.
3) Törebilimsel Entüisyonizm: George Moore
David Ross
Charlie Broad
Alfred Ewing vb. düşünürler tarafından geliştirilmiştir. Bunlara göre iyilik
ödev vb. gibi törebilimsel kavramlar apaçık
araçsız elde edilen ve ancak sezgiyle bilinebilen kavramlardır. Ne toplumsal ne de doğasal yaşamdan çıkarsanamazlar. Törebilimsel sezgiciliğin amacı
burjuva ahlâkının değişmezliğini savunmaktır.
4) Matematiksel Entüisyonizm: Brower
Weyl
Heyting vb. gibi düşünürlerce geliştirilmiştir. Bunlara matematik
mantık
tanıtlama
mantıksal kesinlikle değil
doğrunun sezgisel olarak kavranmasıyla gerçekleştirilir. Sezgi
bunların dilinde
düşüncelerdeki ayrılıkları saptama yeteneğidir. Düşünmek demek sezmek demektir. Mantık kurallarının uygulanabilir olup olmadıkları da sezgiyle saptanır.
Epistemoloji
İnsan bilgisinin yapısını ve geçerliliğini inceleyen felsefe dalı.
Bilgi felsefesi ile mantık arasında temel bir ayrım vardır. Mantık
geçerli usavurmanın biçimsel yapısını inceler ve geçerli çıkarımın ilkelerini ortaya koyar. Epistemoloji ise her türlü bilme ediminin yapısıyla ilgilenir. Epistemoloji
etik
toplumbilim ve din felsefesi gibi disiplinlerle sürekli iletişim halindedir.
Genellikle bilen bir özne ile
bilinen bir özne arasındaki ilişki olarak incelenen bilgi sürecinin bu iki öğesine farklı anlam ve ağırlıkların verilmesi tarih boyunca farklı bilgi felsefesi anlayışlarını doğurmuştur. Daha çok nesneye ağırlık veren anlayışlar gerçekçi (realist) özneye ağırlık verenler ise idealist olarak nitelenir. Gerçekçi yaklaşım bilginin
nesnesinin dış dünyada gerçekten var olduğunu
idealist yaklaşım ise bilginin
ağırlıklı olarak öznenin kurduğu ve gerçekte var olmayan nesnelere yöneldiğini savunur. Bilgi felsefesinin
bu karşıtlık içinde
ortaya çıkan temel sorunu
dış dünyanın gerçekliğidir; bu çerçevede bilgi felsefesi ****fizikle yakın ilişki içindedir. Bilginin nesnesinin
gerçek olup olmadığı
bilgi içeriğinin dış gerçeklikte bir karşılığının bulunup bulunmadığı
bilmen dünya ile kendi başına
bilgiden bağımsız var olan dünyanın birbirlerine ne
ölçüde uyduğu
aynı temel sorun çerçevesinde irdelenen öteki sorunlardır.
Erekbilim
Olayların ve ilişkilerin bir amaca ya da sona yönelik olduğu görüşü. Olguların yalnızca hareket ettirici nedenlerle değil
ereksel nedene bağlı olarak açıklanması biçiminde de tanımlanır. İnsan düşüncesi doğadaki başka şeylerin davranışını da benzer biçiminde açıklama eğilimindedir; buna göre nesneler ya kendileri belli bir amaca yöneliktir ya da doğayı aşan bir zihin tarafından yönlendirilir. Aristoteles herhangi bir şeyin tam olarak açıklanabilmesi için maddi
biçimsel ve hareket ettirici neden ile birlikte ereksel nedenin de dikkate alınması gerektiğini ileri sürerek erekbilimin ilk kapsamlı tanımını yapmıştır.
Terimin Aristoteles’ten gelen ****fizik anlamı
erek sözcüğünün bütün anlamlarında ereklik’in incelenmesini dile getirir. Nesnelerin neden meydana geldiklerini açıklayan nedensellik yasasına karşı
nesnelerin hangi erek için meydana geldiklerini araştıran ereksellik anlayışı
evrende böylesine bir erek güdebilecek üstün bir gücün varlığı inancına dayanır. Oysa bu öznel ****fizik erekselliğin karşısında
nesnel ve bilimsel bir ereksellik de vardır. ****fizik ereksellik tanrılık planının sonucu
bilimsel ereksellikse özdeksel ve nesnel nedenselliğin sonucudur.
Erekbilimin törebilimsel anlamı
insan yaşamındaki törebilimsel erekleri saptamaya çalışır. ****fizik erekbilim
evreni
ereklerle araçlara arasındaki ilişkilerin bir toplamı sayar. ****fizikçiler bilimsel nedenselliğin karşısına
ruhsal erekselliği çıkarırlar. Bu anlayışa göre herhangi bir varlığın yapısını ve gelişmesini belirleyen onun nedeni değil
ereğidir. Bu ereği de ruhsal bir ilke
üstün bir us ya da açıkça tanrı koymuştur. Örneğin buğdayı buğday eden
buğday tohumu nedeni değil
tanrıca saptanmış olan buğdaylaşma ereğidir.
16. ve 17. yüzyıllarda modern bilimin doğuşuyla doğal olguların yalnızca hareket ettirici nedenlerle gereksinim duyulan mekanik açıklamaları öne çıktı. Erekbilimsel açıklamalarda ise Aristotelesçi teleolojide olduğu gibi şeylerin kendi doğalarında bulunan amaçlara doğru geliştikleri değil
biyolojik organizmalar dahil bütün nesnelerin ussal bir varlık tarafından yönlendirilen makineler olduğu kabul edildi.
Kant Kritik Der Urteilskraft’ta insan bilgisi açısından ele aldığı erekbilimin gerçekliğin doğası değil
soruşturmanın ilerleyiş biçimi açısından bir yol gösterici olduğunu
yani yapıcı bir ilke değil
düzenleyici bir ilke olduğunu ileri sürdü.
Estetik
Güzeli ve güzel sanatların doğasını inceleyen felsefe dalı. Estetiği bağımsız bir bilim olarak ilk ileri süren ve adlandıran Alman düşünürü Alexander Baumgarten’dir. Baumgarten’in verdiği anlamda estetik
duyusal bilginin bilimidir
konusu duyusal yetkinliktir. Gerçekleştirmek istediği de güzel üstünde düşünme sanatıdır. Bununla beraber estetik bir felsefe kolu olarak Alman düşünürü Kant ile önem kazanmıştır.
Estetik
insanın dış dünyaya gösterdiği
“güzel” ve “çirkin” sözcükleriyle dile gelen tepkileriyle ilgilidir. Ama “güzel” ve “çirkin” terimlerinin kapsamları belirsiz
anlamları da öznel ve görelidir. Üstelik
etkileyici bir doğa görünümüyle ilgili gözlemlerde ya da sanat eleştirilerinde kullanılan nitelemeler yalnızca güzel ve çirkinle sınırlı değildir; anlamlı
dengeli
uyumlu
ürpertici
yüce gibi bir dizi başka kavram da değerlendirmeye girer.estetik kuramı
bir yandan güzelin yalnızca öznel olmayan
nesnel bir içerik de taşıyan bir tanımını yapmaya
bir yandan da bu değişik terimler arasındaki bağıntıları belirlemeye çalışır. Temel sorunları ise estetiğin öznesine
estetiğin nesnesine ve estetik yaşantıya ilişkindir.
Estetik alımlayıcı(özne): estetik alımlayıcı sanat yapıtından ya da bir doğa görünümünden haz duyan
estetik tat alan bir varlıktır. Estetik tat almak
sanat yapıtı üretmek ve değerlendirmek
güzel ve çirkin gibi yargılarda bulunmak ancak belirli varlıklara özgü bir yetidir.
Estetik Nesne: estetik nesne terimine iki farklı anlam verilebilir: maddi nesne ve ereksel nesne. Ereksel nesne
nesneye insanın yüklediği anlamdır; zihin içindedir. Oysa maddi nesne öznenin zihninden bağımsızdır. Estetik nesne
ereksel anlamıyla tanımlanırsa
estetik kuramının asıl konusu da estetik yaşantı olur. Oysa Kant felsefesinin öznelliğine karşı çıkanların amacı
estetiğin duygular ve öznel yaşantılar alanından çıkararak estetik nesnenin kendi özellikleri üzerinde temellendirmektir.
Estetik Yaşantı: estetik yaşantı birbirini tamamlayan iki önermeyle tanımlanabilir:1) estetik nesne duyusaldır; görülür
işitilir ya da duyusal biçimiyle zihinde canlandırılır; insana bu duyusal özellikleri nedeniyle haz verir. 2) estetik nesne aynı zamanda düşünülen
seyrine dalınan bir nesnedir; yalnızca duyulara hoş geldiği için değil
bir anlam içerdiği
bir değer taşıdığı için de ilgilendirir.
Bu önermelerden ilki
estetik sözcüğünün kaynağına (duyum) işaret eder. İkinci önerme ise beğeni yargılarının temelini oluşturur. Seyretmeye değer bulunan nesnelerin değersiz bulunanlardan ussal olarak ayırt edildiğini gösterir.
Kant’a göre estetik yaşantının ayırt edici özelliği “çıkarsız” oluşudur.çağdaş estetiğin çıkış noktası olan bu önerme
estetiği ahlaktan da bilimden de ayırır. Ahlaki davranışlarda bir “çıkar” öğesi vardır; evrensel sayılan bir davranış ölçüsü bütün insanlara benimsetilmek istenir. Bilimde nesnelerin iç yapılarını
işleyişlerini ve neden-sonuç ilişkilerini araştırır; nesneleri denetim altına almak
insanın hizmetine koşmak ister. Oysa estetik yaşantının öznesi
estetik nesneyle bir merakını gidermek için ilgilenmez; estetik nesneyi başka bir amaca hizmet eden bir araç olarak da görmez. Estetik yaşantı da insan
karşısındaki nesneyi hep belli bir uzaklıktan seyreder: estetik yaşantı kullanma
sahip olma
tüketme ve ahlaki açıdan yargılama gibi davranışları dışarıda bırakır.
Kant’a göre estetik us
kuramsal us’la uygulayıcı us arasında bir köprüdür ve kuramın uygu alanındaki denetçisidir. Estetik us
bir yargı gücüdür ve doğru düşüncenin iyi uygulandığını güzel yargısıyla yargılar. Kant’a göre güzel olan
doğrunun iyilikte gerçekleştirilmesidir. Kant’ın bu düşüncesinde Yunan felsefesinde olduğu gibi güzel’i iyi ile birleşik kılan bir ereklilik belirse de
Kant bunu biçimsel bir ereklilik “ereği olmayan ereklilik” olarak tanımlar. Daha açık bir deyiş ile güzel’in ereği kendisidir; güzel
güzel olduğu için istenilir. Güzel’in ereği başkaca hiçbir erek gözetilmeksizin
gene kendisinden doğan estetik hazdır. Güzel
burada bir ereğe koşulmuş olduğundan değil
sadece bir ereğin biçimi olduğundan güzeldir. Buysa
hiçbir karşılığı gerektirmeksizin
salt bir hazdır. Kant’a göre estetik yargı
bir beğeni yargısıdır. Güzel bir yargının nesnesidir. Kant bu yargıyı genellikle geçerli kılmak ister ve ortak estetik bir duygunun varlığını ileri sürer. Ona göre bu yargı
herkeste ortak olan ideal bir ölçüyü yansıtır. Bu yüzdendir ki Kant “beğeniler tartışılamaz” anlayışına karşı çıkmakta ve beğenilerin tümel geçerli olmasını savunmaktadır.
Existentialisme
(Varoluşçuluk)
İnsanın dünyadaki varoluşunun somutluğuna ve sorunsallığına ağırlık vererek yorumlayan felsefi yaklaşımların ortak adı. İnsanın kendi kendini yarattığını söyler.
Varoluşçu düşünceye göre:
1) Varoluş her zaman tek ve bireyseldir. Bu yaklaşımıyla varoluşçuluk bilinç
tin
us ve düşünceye öncelik veren idealizm biçimlerinin karşıtıdır.
2) Varoluş öncelikle varoluş sorununu içinde taşır ve dolayısıyla varlığın anlamının araştırılmasını da içerir. Bu yaklaşımıyla insanı verili
eksiksiz bir gerçeklik olarak gören ve anlaşılabilmesi için parçalarına ayrılması gereken
bir birim olarak algılayan nesnelcilik biçimlerinin ve bilimselciliğin karşıtıdır.
3) Varoluş insanın içlerinden herhangi birini seçebileceği bir olanaklar bütünüdür. Bu yaklaşımıyla her türlü belirlenimciliğin karşıtıdır.
4) İnsanın önündeki olanaklar bütünü öteki insanlarla ve nesnelerle ilişkilerinden oluştuğundan varoluş her zaman bir “dünyada var olma”dır. Bir başka deyişle insan her zaman seçimini sınırlayan ve koşullandıran somut tarifsel bir durum içindedir. Bu yönüyle de varoluşçuluk yalnızca tek bir “ben” in varlığını vurgulayan tek benciliğin ve bilgi nesnelerinin zihnin içeriklerinden ibaret olduğunu vurgulayan epistemolojik idealizmin karşıtıdır.
Varoluşçuluk 2. Dünya Savaşı’nın yarattığı maddi ve manevi çöküntünün içinden yeni bir anlayış biçimi olarak ortaya çıkmıştır. İnsan varlığının büyük bir tehlike içinde olduğunu
insanın istikrarsız bir dünyada yaşamak zorunda bırakıldığını “ dünyaya atılmış” olduğunu vurgulamıştır.
Eklektisizm
(Seçmecilik)
Farklı düşünce sistemlerinden seçilen öğretilerin ayrı bir sistem içinde birleştirilmesi. Eklektizm
Fransız düşünürü Victor Cousin
Soyut düşünce düzeyinde her sistemin öğretileriyle ayrılmaz bir bütün oluşturduğu kabul edilirse
Bir devlet adamı kadar bir felsefeci de
Elea Okulu
Antikçağ Yunan düşüncesinde Ksenofanes ve onu izleyenlerce geliştirilen öğreti...Kloplon'lu Ksenofanes
Endeterminizm
Hadiselerin sebepsiz meydana gelemeyeceğini
Ahlakta endeterminizm
Endividüalizm
Bireyin özgürlüğüne büyük ağırlık veren ve genellikle kedine yeterli
Endividualizm
Bireycilik
1)bütün değerler insan merkezlidir: insanlarca yaratılmış olmasalar bile
2) Birey kendi başına bir amaç ve yüce bir değerdir
3) Bütün bireyler
Genel bir davranış biçimi olarak bireycilik
Bireycilik
Enstrümantalizm
Amerikan düşünürü pragmacı John Dewey’in kuramları alet sayan öğretisi... Amerikan düşünürü William James’in uygulayıcılığından yola çıkan Amerikan düşünür Dewey; bilimsel yasa
Entellektüalizm
Bütün varlıkları anlıksal temele indirgeyen öğretilerin genel adı...İradecilik karşıtı ve özellikle bilgibilimde usçulukla anlamdaş olarak kullanılmıştır. Törebilimsel anlam
Entüisyonizm
Bilginin sezgiyle elde edilebileceğini savunan öğretilerin genel adı
1) Felsefesel entüisyonizm: Fransız idealisti Henri Bergson’un öğretisi olarak Bergsonculuk adıyla da anılır. Bergson’a göre gerçeği saltık ya da saltığı gerçek olarak kavramaya sezgi denir. Gerçeği doğrudan doğruya kavratacak sezgiden başka hiçbir yol yoktur. Çünkü gerçek
2) Ruhbilimsel entüisyonizm: William Hamilton ve İskoçyalılar tarafından geliştirilmiştir. Hamilton’a göre bilinç
3) Törebilimsel Entüisyonizm: George Moore
4) Matematiksel Entüisyonizm: Brower
Epistemoloji
İnsan bilgisinin yapısını ve geçerliliğini inceleyen felsefe dalı.
Bilgi felsefesi ile mantık arasında temel bir ayrım vardır. Mantık
Genellikle bilen bir özne ile
Erekbilim
Olayların ve ilişkilerin bir amaca ya da sona yönelik olduğu görüşü. Olguların yalnızca hareket ettirici nedenlerle değil
Terimin Aristoteles’ten gelen ****fizik anlamı
Erekbilimin törebilimsel anlamı
16. ve 17. yüzyıllarda modern bilimin doğuşuyla doğal olguların yalnızca hareket ettirici nedenlerle gereksinim duyulan mekanik açıklamaları öne çıktı. Erekbilimsel açıklamalarda ise Aristotelesçi teleolojide olduğu gibi şeylerin kendi doğalarında bulunan amaçlara doğru geliştikleri değil
Kant Kritik Der Urteilskraft’ta insan bilgisi açısından ele aldığı erekbilimin gerçekliğin doğası değil
Estetik
Güzeli ve güzel sanatların doğasını inceleyen felsefe dalı. Estetiği bağımsız bir bilim olarak ilk ileri süren ve adlandıran Alman düşünürü Alexander Baumgarten’dir. Baumgarten’in verdiği anlamda estetik
Estetik
Estetik alımlayıcı(özne): estetik alımlayıcı sanat yapıtından ya da bir doğa görünümünden haz duyan
Estetik Nesne: estetik nesne terimine iki farklı anlam verilebilir: maddi nesne ve ereksel nesne. Ereksel nesne
Estetik Yaşantı: estetik yaşantı birbirini tamamlayan iki önermeyle tanımlanabilir:1) estetik nesne duyusaldır; görülür
Bu önermelerden ilki
Kant’a göre estetik yaşantının ayırt edici özelliği “çıkarsız” oluşudur.çağdaş estetiğin çıkış noktası olan bu önerme
Kant’a göre estetik us
Existentialisme
(Varoluşçuluk)
İnsanın dünyadaki varoluşunun somutluğuna ve sorunsallığına ağırlık vererek yorumlayan felsefi yaklaşımların ortak adı. İnsanın kendi kendini yarattığını söyler.
Varoluşçu düşünceye göre:
1) Varoluş her zaman tek ve bireyseldir. Bu yaklaşımıyla varoluşçuluk bilinç
2) Varoluş öncelikle varoluş sorununu içinde taşır ve dolayısıyla varlığın anlamının araştırılmasını da içerir. Bu yaklaşımıyla insanı verili
3) Varoluş insanın içlerinden herhangi birini seçebileceği bir olanaklar bütünüdür. Bu yaklaşımıyla her türlü belirlenimciliğin karşıtıdır.
4) İnsanın önündeki olanaklar bütünü öteki insanlarla ve nesnelerle ilişkilerinden oluştuğundan varoluş her zaman bir “dünyada var olma”dır. Bir başka deyişle insan her zaman seçimini sınırlayan ve koşullandıran somut tarifsel bir durum içindedir. Bu yönüyle de varoluşçuluk yalnızca tek bir “ben” in varlığını vurgulayan tek benciliğin ve bilgi nesnelerinin zihnin içeriklerinden ibaret olduğunu vurgulayan epistemolojik idealizmin karşıtıdır.
Varoluşçuluk 2. Dünya Savaşı’nın yarattığı maddi ve manevi çöküntünün içinden yeni bir anlayış biçimi olarak ortaya çıkmıştır. İnsan varlığının büyük bir tehlike içinde olduğunu
F Dizini
Fenomenoloji (Görüngübilim)
Bilim verilerinin doğrudan incelenmesiyle elde edilmiş ve somut deneyim konusu olmuş fenomenlere
nedensel açıklamalara ilişkin kavramlardan ve incelenmemiş ön kabullerden bağımsız yaklaşma yöntemi. Fenomenolojinin kurucusu Alman düşünür Edmund Husserl’dir. Ona göre gerçek
Platon’un da ileri sürdüğü gibi
mutlak olmalıdır. Eş deyişle her nesnenin bizim ona verdiğimiz anlamın ve yakıştırdığımız özelliklerin dışında
kendine özgü ve kendinde olan
her zamanda geçerli ve değişmez bir yapısı vardır. Nesne
insanların değil
insanların dışında öncesiz ve sonrasız bir nesneler dünyasının varlığıdır. Fiziğin ürünü olmadığı gibi ****fiziğin de ürünü değildir
kendi saltık(mutlak) yapısı içindedir. Gerçek
böylesine ideal bir yapı taşıyanın niteliğidir. Husserl
bu savıyla tümüyle Platon’un savına yaklaşır.
Husserl’in biçimlendirdiği fenomenolojik yöntemin ilk adımı fenomenolojik indirgeme ya da epokhe’dir. Epokhe zihinsel edimlerin
bu edimlerle ya da dünyadaki nesnelerin varoluşuyla ilgili kavram ve ön kabullerden bağımsız betimlenmesini
olanaklı kılar. Fenomenoloji
Psikolojinin tersine zihinsel edimlerin nedenlerini
sonuçlarını ve bu edimlere eşlik eden fiziksel unsurları dikkate almayız. Ama bu süreçte nesneler bütünüyle ortadan kalkmaz. Çünkü incelenen nesne her zaman gerçek bir varlık olmayabilir
ejderhaların varlığın inanabilir ya da pembe fareler düşlenebilir
nesne gerçek dışı olabilir. Dolayısıyla zihinsel edimlerin betimlenmesi
nesnelerin de betimlenmesini içerir. Ama bu nesnelerin var oldukları varsayılmaksızın yalnızca birer fenomen olarak betimlenir.
Fenomenolojik yöntemin ikinci adımı
eidetik indirgemedir. Bu adım
bir nesnenin eidosunu(Yunanca da biçim) sezebilmeye
nesneyi olasılıklar ve rastlantılar dışındaki değişmez öz yapısı içinde kavramaya verir; böylece yalnızca belirli bir zihinsel edinimin değil onunla karşılaştırılabilir her türlü edimin eidosu sezilebilir. Örneğin görülen her nesnenin bir rengi
uzamı ve biçimi olmalıdır. Eidetik indirgeme yalnızca duyusal akıl ve nesnelerin incelenmesinde değil
matematiksel nesnelerin
değerlerin
ruhsal durumların ve arzuların incelenmesinde de kullanılabilir.
Fenomenolojik yöntem nesnelerin bilinişi sırasında bu nesnelerin kurulduğu ya da inşa edildiği süreçleri de dikkate alır. Örneğin bir ağacın görülmesi sırasında
ağacın değişik zamanlarda
değişik açılardan ve uzaklıklardan görülmesiyle çok çeşitli görsel deneyimler edinilir ama görülen şey gene tek bir kalıcı nesne olarak algılanır.
Fenomenoloji (Görüngübilim)
Bilim verilerinin doğrudan incelenmesiyle elde edilmiş ve somut deneyim konusu olmuş fenomenlere
Husserl’in biçimlendirdiği fenomenolojik yöntemin ilk adımı fenomenolojik indirgeme ya da epokhe’dir. Epokhe zihinsel edimlerin
Fenomenolojik yöntemin ikinci adımı
Fenomenolojik yöntem nesnelerin bilinişi sırasında bu nesnelerin kurulduğu ya da inşa edildiği süreçleri de dikkate alır. Örneğin bir ağacın görülmesi sırasında
G Dizini
Geneller
(Tümeller)
Genel kavramlar... Bu deyim
tümeller ve evrenseller deyimleriyle anlamdaş olarak
mantık dilinde beş genelleri dile getirmek için kullanılır. ****fizikte ve idealist felsefedeyse tüm genel kavramları dile getirir. Tarihsel süreçte idealizm
bu genel kavramlar üstüne kurulmuştur. Antik çağ Yunan Eleacılarından başlayıp Platon ve Aristoteles felsefelerinde biçimlenen ve Hegel felsefesinde doruğa ulaşan idealizmin temel önermesi geneller(tümeller ya da evrensellerin)’in gerçek varlıklar olduklarıdır. İzledikleri mantık şudur: Gerçek varolan değil tam tersine varolmayan’dır.Geneller varolmaz
sadece bireyseller varolur. Örneğin ak bir genel kavramdır
bütün ak bireysellerden soyutlanarak elde edilmiştir ve bunun için de yoktur
buna karşı ak çiçek vardır
çünkü bireysel bir nesnedir. Varolmak belli bir uzayda ve mekanda varolmaktır. Ama bütün uzay ve mekan aransa ak’a rastlanamaz. Demek ki geneller
ne uzay ne de zamandadır
hiçbir yerde ve hiçbir zamana olmayan da yok demektir. Varolan her şey bireyseldir
genelse bireysel olmayandır. Ne var ki nesnel gerçeklik üstündeki tüm bilgimiz kavramlardan
eş deyişle genellerden oluşmuştur. Demek ki gerçek
bireysel değil
geneldir. Genel varolmadığına ve sadece bireysel varolduğuna göre bundan çıkan zorunlu sonuç
geçeğin
varolan değil
varolmayan olduğudur. Demek ki asıl gerçek varlık
varolan değil
varolmayan bir varlıktır. ****fiziğin ve idealist felsefenin bu sözcük oyunları bir yanıyla Berkeleycilikte
öteki yanıyla Hegelcilikte uçlaşmıştır.
Gnostikler
Antikçağ Yunan felsefesini gizemcilik ve Hıristiyanlıkla kaynaştırmaya çalışan dinsel-gizemci düşünürler... İ.S. 1. ve 2. yüzyıllar da yaşayan Valentin
Simon
Basilide
Corpocrade
Saturnin
Marcion vb. düşünürler gizemsel-dinsel bir felsefe oluşturmuşlardır. Bu felsefe
antikçağ Yunan felsefesini ve özellikle Platonculuğu
Pitagorasçılığı
ilkçağın gizemsel dinlerini
Yahudiliği ve Hıristiyanlığı seçmeci bir tutumla kaynaştırarak biçimlendirmiştir. Temel düşünceleri
saltık bilginin anlık sezgilerle kavranabileceği inancıdır. Dilimizde bilinirciler adıyla anılan gnostikler
gerçekte
gizemci tarikat adamlarıdır ve tüm dinleri saltık bilginin sağlanmasında yetersiz bulurlar. Onlar için saltık bilgi
dinsel bilgilerin çok üstünde bulunan kurgusal bilgilerdir. Bu yüzden Hıristiyanlarca sapkın sayılmışlardır. Çünkü İsa’nın Tanrı’nın oğlu olduğu
doğduğu ve büyüdüğü
çarmıha gerildiği gibi dogmalarını yadsırlar. Onlar için İsa düpedüz bir insandır. Ne Tanrı ne de oğlu doğmaz
büyümez
hele çarmıha hiç gerilmez.İngiliz düşünür Bertrand Russell
İsa’yı bir insan sayması bakımından İslam peygamberi Muhammet’in de bir gnostik olduğunu söyler.
Geneller
(Tümeller)
Genel kavramlar... Bu deyim
Gnostikler
Antikçağ Yunan felsefesini gizemcilik ve Hıristiyanlıkla kaynaştırmaya çalışan dinsel-gizemci düşünürler... İ.S. 1. ve 2. yüzyıllar da yaşayan Valentin
İ Dizini
İdealizm
Felsefe’de dünyayı ve varoluşu
bilinç ve düşünceyi önem vererek açıklayan öğreti... idealistler
varlıklar arasındaki soyut ilişkilerin
duyularla algılanan nesnelerden daha gerçek olduğunu ve insanların var olan her şeye düşünsel bağlamda
idealar aracılığıyla ve idealar olarak bildiğini savunurlar. İdealizmin birçok türü olmakla birlikte hepsinin paylaştığı ortak ilkelerden söz edilebilir. Tümellerin varlığı
burada ve şimdi varolanıın aşılması
varlıklar arasındaki ilişkilerin o varlıkların dönüştürüleceği varsayımı
çelişik bileşenleri bütünleştiren sistemler kurmaya yönelik diyalektik yaklaşım
; zihnin
özellikle tinin maddeden önce sayılması.
****fizik veya epistemolojik yaklaşımı temel alması bakımından idealizmin iki temel biçimi vardır: ****fizik idealizm gerçekliğin idealara dayandığını
epistemolojik idealizm ise bilgi sürecinde zihnin yalnızca tinsel olanı kavrayabileceğini ya da nesnelerin gerçekliğinin algılanabilirliklerinden kaynaklandığını savunur. İlk biçimi ile idealizm dünyadaki temel tözün madde olduğunu
bunun da maddi biçimler ve süreçlerle bileneceğini ileri süren maddeciliğin
ikinci biçimi ile insan biliminin
zihnin dışında ve bundan bağımsız olarak var olan nesneleri gerçekte oldukları gibi görüp kavradığını öne süren gerçekliğin karşıtıdır. Gözlemlenebilir gerçekleri ve ilişkileri vurgulayarak ****fizik görüşlere karşı çıkan olguculuk ile ateizm ve şüphecilik gibi akımlarda idealizme karşı çıkar.
Felsefi idealizmin tarihsel gelişiminde
başlıca üç sorunu yanıtlama çabası belirleyici olmuştur.
1)İnsan deyiminin sonul gerçekliği nedir? Bu soruya verilen yanıtlar iki uç arasında dağılır. Deneyci filozoflardan David Hume’a göre insan deneyiminde anlatımını bulan sonul gerçeklik
olayların her bireyin bilincinde ard arda akışıdır. Bu düşünce
tüm gerçekliğin tek bir benliğin anlık duyu deneyimine indirgenmesi sonucuna varır. Öteki uçta usçu filozoflardan Spinoza’yı izleyenler için sonul öz
kendi başına var olabilen ve yalnızca kendisi tarafından kavranabilendir.
2) bilginin içeriğinde verilen nedir? Verilerin mantıksal yorumu ve açıklamasıyla ne elde edilebilir? İdealistlere göre bilgi sürecinin sonu
bireysel deneyimin dışında kalmakla birlikte gene de somut bir tümel ya da bir dizgedir. Verilen mantıksal yorumu ve açıklaması
gerçekte
yeryüzünü üzerinde yaşayanlarca tümüyle yeni bir biçime dönüştürülmesi demektir.
3)Bir düşünür zaman içindeki oluşum ve değişim olgusu ya da değişik amaçlar ve değerler karşısında nasıl bir tutum alınmalıdır? İdealistlere göre us yalnızca doğadaki uyumlu düzeni ortaya çıkarmakla kalmaz
aynı zamanda uygar bir toplumun kültürel yaşamının parçası olan devleti ve öteki kurumları da yaratır
bu kurumların değerlerini korumak ve geliştirmek
her uygar insanın ahlaki temel görevidir. Uluslar arası etik kurallarına da katkısı bulunan idealistler
hiçbir ulusun etkin güçlerini bir başka ulus üzerinde hüküm sürmek için kullanamayacağını ileri sürerler. Bu güç
yalnızca bir başka ulusun yaratıcı güçlerini ilerletmek
onların kültürel düzeyini kalkındırmak için kullanabilinir. İdealizmin de tarih felsefesi
değer felsefesiyle yakından ilişkilidir. Benedotto Croce bu tarih felsefesini “her gerçek tarih
çağdaş tarihtir” deyimiyle özetler.
İdealistlerin başlıca dört savından biri Berkeley’in esse est percipi (var olmak algılanmış olmaktır) ilkesidir. Nesnelere dayandırılan bütün nitelikler duyu nitelikleridir. Bunlar ancak duyu organları bulunan bir özne tarafından algılandıklarında var olurlar. Maddenin varlığını ve duyu algılarının maddeden kaynaklandığını görüşünü yadsıyan bu yalın sav
geniş tartışmalara yol açmıştır.
Özneyle nesnenin karşılıklı birbirine bağımlı olduğu savı
birinci savla yakından ilişkilidir. Nesnesi olmayan bir özneyi düşünmek olanaksızdır; çünkü özne olmak bir nesnenin ayrımında olmaktır. Buna karşılık her nesne de ancak bir öznenin karşısında nesnedir. Bu ilişki mutlak ve evrensel bir biçimde karşılıklıdır. Dolayısıyla her tam gerçeklik
bir nesneyle bir öznenin birliğidir
yani somut bir tümeldir.
İdealizmin üçüncü savına göre insanın en dolaysız deneyiminde
yani kendi öznel bilinçliğinde sezgisel ben
tinsel özellik taşıdığı var sayılan sonul gerçekliği doğrudan kavrayabilir. Örneğin Platon’a göre
“iyi ideası”na sıçrama mistik bir nitelik taşır.
İdealizmin dördüncü savı özellikle Tanrı’nın varlığını kanıtlamak için geliştirilmiştir. 11. yüzyılda Canterbury’li Aziz Anselmus’un geliştirdiği bu sava göre yetkin bir varlığın varolması zorunludur
çünkü varolamak yetkinliğin temel öğelerinden biridir. Tanrı yetkin olduğunu göre varlığı da zorunludur. Bazı idealist filozoflar bu savı idealizmin öteki ilkelerine de yaymışlardır.
İlinek
Kendi başına bir varlığı olmayan
dayanacak bir töze muhtaç olan ve dayandığı tözü değiştirmeksizin
değişebilen nitelik... Renk
koku
tat vb. gibi nitelikler böyledir. Örneğin elmayı kabuğu ile bitlikte renklerinden soyalım
elma gene elmadır. Elmanın rengi kendi başına var olmaz
varolabilmek için elmaya muhtaçtır. Elma hep elma olarak kaldığı halde
rengi yeşil
sarı
kırmızı olarak değişir
İlinek terimi özellikle skolastik felsefede işlenmiştir. Cins
tür
ayrım
özellik ile birlikte beş tümelden biri sayılmıştır. Skolastiklere göre herhangi bir şeyin kiplerinden her biri ilinektir
örneğin bir özdeğin biçimi böyledir. İlinek sözcüğü
terim olarak ilkin Aristoteles tarafından kullanılmıştır. Aristoteles’te ilinek bir konuya bağlı olan o konu olmadan kendisi var olamayan şey; kendi başına var olamayan
bir taşıyıcı
bit tözü gerektiren şey; tözün niteliği anlamına gelir.
İlinekler ayrılır ve ayrılmaz nitelikler olmak üzere ikiye ayrılır. Örneğin koşmak insan için ayrılır bir ilinek
zenci bir insan için siyah olmaksa ayrılmaz ilinektir.
İnsanÜstücülük
(Übermensch)
Üstün insan... Alman düşünürü Nietzsche tarafından terimleştirilen deyim.
Nietzsche
bu deyimi şöyle tanımlar: “maymuna oranla insan neyse
insana oranla insan üstü de odur.” Bir başka yapıtında da şöyle der: “insanlık içinde
ortalama insandan başka
daha yüksek ve daha güçlü bir insan türünün gerçekleşmesi gerekir. Bu düşüncemi ben insan üstü sözcüğüyle dile getiriyorum”. Nietzsche’ye göre tanrı ölmüştür
insan artık yalnızdır ve kendi değerlerini kendisi yaratmak zorundadır. İnsan için gereken erdem
Hıristiyanlığın acıma ve insan sevgisi gibi insanı sünepeleştiren erdemleri değil
güçlü olma erdemidir.
Kökleri Fichte’ de bulunan bu felsefe
olumsuz yönlerinin gelişmesiyle varoluşçuluk vb. gibi çağdaş düşünce akımlarını meydana getirdikten başka
sonunda Alman nazizmini doğurmuştur. Nietzsche
yeryüzünün efendisi olacak yönetici bir ırk gerektiğini ve Almanya’ya Yahudi akımının durdurulması kanısında olduğunu söyler. Törebilimi aristokrattır
“iyi bir aileden doğmadıkça hiçbir ahlaklılık mümkün değildir
insanın her ilerleyişi aristokratik toplumdan gelir.” Der. İnsan üstü ereği
Nietzsche’nin deyimiyle aynen
“milyonlarca salağı ortadan kaldırarak geleceğin insanını kalıba dökmek”tir ve “bütün bir ulusun yoksulluğu bir insan üstü’nün acı çekmesinden daha az önemlidir”.
Nietzsche
Hıristiyanlığa karşı olduğu kadar
onun deyimiyle
“milyonlarca salağı” insan etmek isteyen toplumculuğu da karşıdır. Ona göre toplumculuk
“milyonlarca salağı” insan üstü’lere karşı çıkarmaktadır. Oysa “milyonlarca *****” öğretimden yoksun bırakılmalı
birçok gerçekleri bilmemeli ve insan üstü’lere kölelik etmelidir.
İdealizm
Felsefe’de dünyayı ve varoluşu
****fizik veya epistemolojik yaklaşımı temel alması bakımından idealizmin iki temel biçimi vardır: ****fizik idealizm gerçekliğin idealara dayandığını
Felsefi idealizmin tarihsel gelişiminde
1)İnsan deyiminin sonul gerçekliği nedir? Bu soruya verilen yanıtlar iki uç arasında dağılır. Deneyci filozoflardan David Hume’a göre insan deneyiminde anlatımını bulan sonul gerçeklik
2) bilginin içeriğinde verilen nedir? Verilerin mantıksal yorumu ve açıklamasıyla ne elde edilebilir? İdealistlere göre bilgi sürecinin sonu
3)Bir düşünür zaman içindeki oluşum ve değişim olgusu ya da değişik amaçlar ve değerler karşısında nasıl bir tutum alınmalıdır? İdealistlere göre us yalnızca doğadaki uyumlu düzeni ortaya çıkarmakla kalmaz
İdealistlerin başlıca dört savından biri Berkeley’in esse est percipi (var olmak algılanmış olmaktır) ilkesidir. Nesnelere dayandırılan bütün nitelikler duyu nitelikleridir. Bunlar ancak duyu organları bulunan bir özne tarafından algılandıklarında var olurlar. Maddenin varlığını ve duyu algılarının maddeden kaynaklandığını görüşünü yadsıyan bu yalın sav
Özneyle nesnenin karşılıklı birbirine bağımlı olduğu savı
İdealizmin üçüncü savına göre insanın en dolaysız deneyiminde
İdealizmin dördüncü savı özellikle Tanrı’nın varlığını kanıtlamak için geliştirilmiştir. 11. yüzyılda Canterbury’li Aziz Anselmus’un geliştirdiği bu sava göre yetkin bir varlığın varolması zorunludur
İlinek
Kendi başına bir varlığı olmayan
İlinek terimi özellikle skolastik felsefede işlenmiştir. Cins
İlinekler ayrılır ve ayrılmaz nitelikler olmak üzere ikiye ayrılır. Örneğin koşmak insan için ayrılır bir ilinek
İnsanÜstücülük
(Übermensch)
Üstün insan... Alman düşünürü Nietzsche tarafından terimleştirilen deyim.
Nietzsche
Kökleri Fichte’ de bulunan bu felsefe
Nietzsche
J Dizini
Janseniusculuk
Descartes usçuluğuyla Augustinus tanrıcılığını uzlaştırmaya çalışan Piskopos Jansenius’un öğretisi...
Hollandalı piskopos Cornelis Jansenius’a göre insan günahlarla yüklü bir yaratıktır ve ancak tanrı bağışıyla kurtulabilir. Tanrının kendini bağışlamasını dilemek ve beklemekten başka yapacak hiçbir şeyi yoktur. Jansenisme tümüyle Agustinius anlayışına dayanır ve insan özgürlüğü yadsır. Bu yönüyle insan özgürlüğüne büyük pay ayıran Jesuitisenism’in karşısındadır.
Jansenius ve yandaşlarına göre Luther ve Calvin’in tanımladığı Tanrı kayrası öğretisine karşı çıkan Karşı- reform ilahiyatçıları
tanrısal bir ilk neden yerine insanın sorumluğunu vurgulayarak karşı uca savrulmuşlar
Aziz Augustinus’un 5. yüzyılda savaştığı Pelagiusçu hareketliliğe düşmüşlerdi. Jansenius bu tutuma ilk günahın ve şehvetin gücünün insan doğasında yol açtığı bozulmayı vurgulayarak karşı çıktı. İsa’nın kurtarıcılığının olanaklı kıldığı ve insanlığa gerçek özgürlüğe tek başına yeniden kavuşturabilecek Tanrı kayrasının gücünü yüceltti. Ayrıca iyilik işleyebilmek için her zaman Tanrı kayrasının zorunlu olduğu
kayranın yanılmazlığı ve insan yazgısının mutlak biçimde Tanrı istencine bağlı olduğu yönündeki Augustinusçu savları destekledi.
Janseniusculuk
kendisine özgü öğretilere değil belirli bir yaklaşıma ve ruhanilik anlayışına dayalı karmaşık bir hareketti. Reform hareketiyle aynı doğrultuda kiliseyi Hıristiyanlığın başlangıcındaki biçimiyle canlandırmayı amaçlıyordu. Gerçek Hıristiyan ilahiyatından ve ibadetinden ödün verilmesine karşıydı. Ama resmi öğretiye aykırı abartılı bir tutum benimsendiği için kilise tarafından reddedildi.
Janseniusculuk aynı zamanda bir Hıristiyan tarikatı olarak Port-royal manastırında toplanan düşünürlerce benimsenmiş ve izlenmiştir. Arnauld
Nicole
Blaise Pascal gibi düşünürlerin elinde işlenen bu öğreti sonunda tüm gizemciliğe varmıştır.
Janseniusculuk
Descartes usçuluğuyla Augustinus tanrıcılığını uzlaştırmaya çalışan Piskopos Jansenius’un öğretisi...
Hollandalı piskopos Cornelis Jansenius’a göre insan günahlarla yüklü bir yaratıktır ve ancak tanrı bağışıyla kurtulabilir. Tanrının kendini bağışlamasını dilemek ve beklemekten başka yapacak hiçbir şeyi yoktur. Jansenisme tümüyle Agustinius anlayışına dayanır ve insan özgürlüğü yadsır. Bu yönüyle insan özgürlüğüne büyük pay ayıran Jesuitisenism’in karşısındadır.
Jansenius ve yandaşlarına göre Luther ve Calvin’in tanımladığı Tanrı kayrası öğretisine karşı çıkan Karşı- reform ilahiyatçıları
Janseniusculuk
Janseniusculuk aynı zamanda bir Hıristiyan tarikatı olarak Port-royal manastırında toplanan düşünürlerce benimsenmiş ve izlenmiştir. Arnauld
K Dizini
Kinisizm
Antisthenes ile Diogenes’in oluşturdukları Sokratesçi öğreti...
Sokrates’in öğrencisi Atinalı Antisthenes
bir hayli yaşlandığı sırada
bütün dünya zevklerine ve özentili felsefelere sırt çevirmişti. Soylular arasında ve zevkli bir ömür sürerek yaşlandığı halde birdenbire doğaya dönmüş
doğaya uygun yaşamayı yeğlemişti. Köleler gibi giyiniyor ve “ zevk almaktansa ölmeyi yeğlerim” diyordu. Öğretmeninden öğrendiği erdem anlayışını herkesin anlayabileceği bir dille anlatmaya başlamıştı. Her türlü mal ve mülk edinmeye
kölelik ve aile kurumlarına
din inançlarına karşı çıkıyor ve çevresindekilere iyilik öğütleri veriyordu. Gerçekleştirmek istediği
bir çeşit çilecilikle insanın tam bağımsızlığını kazanabileceği ve böylelikle mutluluğa kavuşabileceği düşüncesini okullaştırmaktı. Antisthenes’e göre insanın ereği mutluluktur
mutluluk da her türlü bağdan kurtulmuş içsel bir özgürlükle gerçekleşir. İstenilecek tek şey erdem
kaçınılacak tek şey erdemsizliktir. Gerçek erdem
insanın hiçbir değere bağlı ve tutsak olmamasıyla elde edilir. Bunu sağlamak için de insanın bütün tutkularından sıyrılması gerekir.
Öğretiye köpeksi adının verilmesi Antisthenes’in öğrencisi Diogenes yüzündendir. Diogenes Antisthenes’in mesihvari sözlerine uyarak her şeyden el etek çekip bir köpek gibi yaşamaya başladı. Ölüleri gömmek için kullanılan toprak bir kap içinde yaşıyor ve felsefesini eylemiyle gerçekleştiriyordu. Diogenes Antisthenes’in aklından bile geçirmediği bir biçimde bütün geleneği yadsıyarak her türlü ruhsal ve bedensel isteklere sırt çevirmiş
kendisini doğanın içinde doğal bir varlık gibi özgür kılmıştı. Gerçek erdeme böylesine bir özgürlükle varılabileceği kanısındaydı.
Kinikler her türlü gelenek ve göreneğe karşı çıktıklarından kinizm deyimi
törebilim kurallarını hor görme ırası anlamında da kullanılmıştır. Bu anlamda utanmazlık demektir.
Kinizm
Sokratesçi bir okuldur. Antisthenes da Sokrates gibi töresel bir amaca yönelmeyen bilimleri küçümser, erdemin bilgiyle elde edilebileceğini savunur
yaşamın amacı olan mutluluğu erdemlilikte bulur.
Konseptualizm
Adcılık ve gerçekçiliğe karşı olarak
kavramların genel düşüncelerden ibaret bulunduğunu ve bunların gerçek olduklarını savunmak kadar gerçek olmadıklarını savunmanın da yersiz olduğunu ileri süren Fransız düşünürü Abaelardus’un uzlaştırıcı öğretisi...
Realistler
****fizik tutumlarına uygun olarak genel kavramların gerçek olduğunu ileri sürmüşlerdi. Adcılarsa genel kavramların sadece birer sözden ibaret olduğunu ileri sürerek gerçek olmadıklarını savunuyorlardı. Ortaçağın aydın bilgini Petrus Abaelardus
kavramcılık öğretisiyle
bu çatışmayı uyuşturmaya çalıştı. Tartışma beyhudedir
diyordu
kavramlar elbette gerçek değildirler
ama gerçekliklerden çıkarıldıkları için gene elbette bir gerçeklik taşımaktadırlar. Bunlar
adı üstünde
kavramdırlar ve bunların bu anlamda gerçekliklerini tartışmak yersizdir. Kavramların elbette nesne ve eylemlerden bağımsız olarak birer varlıkları yoktur
ama nesnel gerçeklik bilgisinin özel bir biçimidirler
bizler onlarsız (nesne ve eylemlerden soyutlanmış genel kavramlar olmaksızın) nesnel gerçekliği bilip tanıyamayız. Tümeller ne nesneden önce
ne de sonradırlar
nesnenin kendisidirler. Abaelardus bu savıyla açıkça adcılara katılmakta
ne var ki onlardan biraz farklı olarak tümellerin ya da önsel genel kavramların nesnel gerçekliğin kavranmasında temel öğeler olduklarını ileri sürmektedir. Adcılığın geliştiricisi Oscam’lı William da Abaelardus’un bu savına katıldığından kavramcılık öğretisine son dönem adcılığı adı da verilir.
Kritisizm
Alman düşünürü Immanuel Kant’ın öğretisi...
Kant’a göre felsefe araştırması
bir değerlendirme (eleştiri) olmalıdır. Felsefe us’la yapılıyor. Öyleyse usu değerlendirmek onun ne olduğunu ve ne olmadığını iyice bilmek gerek. Felsefe nasıl bir usla yapılıyor?.. deneyden yararlanmayan bir salt us’la. Öyleyse salt us nedir. Salt us
duyarlığın verilerinden alınmamış olan (apriori) bir bilgiyi gerçekleştirdiği iddiasındadır. Buysa nesneler düzenini aşarak düşünce düzenine yükselmek demektir. Öyleyse salt usun bilme yöntemi bir aşkınlık yöntemi’dir. Salt us bu yöntemle gerçek bir bilgi edinebilir mi?.. Öyleyse bilgi ne demektir
önce onu tanımlamak gerekir. Kant’a göre her bilgi
bir yargıdır. Ne var ki her yargı
bir bilgi değildir. Örneğin “her cisim yer kaplar” yargısı bize yeni bir bilgi vermez
çünkü “cisim” kavramı esasen “yer kaplamayı” içerir; bu yargıda sadece bir çözümleme yapılıyor ve “cisim” kavramı çözümlenerek kendisinde esasen bulunan bir bilgi hiçbir gereği yokken yeniden ortaya konuyor. Oysa “bu yük ağırdır” yargısı bize yeni bir bilgi verir
çünkü “ yük” kavramı kendiliğinden hafif ya da ağır olduğunu bildirmez; burada
ötekinin tersine
bir çözümleme değil bir bireştirme yapıyoruz ve “yük” kavramıyla “ağır” kavramını birleştirerek yeni bir bilgi elde ediyoruz. Demek ki bize bilgi veren yargılar çözümsel yargılar değil
bireşimsel yargılardır. Salt us bu bireşimsel yargıyı aşkınlık yöntemiyle
deneyi aşarak gerçekleştirebilir mi? Kant bu soruya kesin olarak şu karşılığı veriyor: gerçekleştiremez. Böylece ****fiziği kesin olarak yıkmış oluyor: “salt us deneyden yararlanmadan hiçbir bilgi gerçekleştiremez.” Öyleyse ****fizik tasarımlar
insanların romantik düşlerinden başka bir şey değildirler. Kant öncesi felsefenin tanrılaştırdığı us
böylelikle tahtından indirilmiş oluyor; artık
aşkınlık yöntemiyle çalışan salt usa güvenilmeyecektir. Kant eleştirmeye devam ediyor: salt us
bireşimsel yargı olan bilgi’yi niçin gerçekleştiremez? Çünkü us
sadece bir birleştirme işini gerçekleştirmektedir ve bu iş için gerekli gereçleri nesneler düzeninden almaktadır. Elimizle tuttuğumuz taşı yere bırakınca onun düştüğünü görüyoruz ve ancak ondan sonradır ki (apesteriori) “bırakılan taş düşer” bilgisini edinebiliyoruz. Bu deneyi yapmadan önce (apriori) bu konuda hiçbir bilgimiz olamaz. Bize bu gereçleri veren duyarlık’tır. Duyarlık
bize bu gereçleri nasıl veriyor? Zaman ve mekan içinde veriyor. Oysa nesneler düzeninde zaman ve mekan diye bir şey yoktur. Demek ki bunlar duyarlığın dışardan almadığı
kendinden çıkardığı bir şeylerdir ve duyarlık bunları katmadan
dışardan aldığı hiçbir şeyi bize gönderemez. Bunlar deneyden elde edilemeyeceklerine göre
usun verilerimidir? Kant
bu soruya da kesinlikle şu karşılığı veriyor: hayır
bunlar usun verileri olamaz. Çünkü küçük çocuklar zaman ve uzayı düşünmeksizin bilirler
hiçbir ussal işleri gerçekleştiremedikleri halde sevdikleri şeylere yaklaşır
sevmedikleri şeylerden uzaklaşırlar. Öyleyse
duyarlık
ne nesneler ne de düşünce düzeninden aldığı bu şeyleri nasıl elde etmiştir? Kant
bu soruya
kendine özgü bir karşılık veriyor: sezi ile. Kant’a göre bunlar birer biçim’dir ve ancak duyarlığın sezisiyle elde edilebilir. Zaman iç duyarlığın biçimidir
içimizden gelen her duygu zamanla birliktedir; mekan dış duyarlığın biçimidir
dışımızdan gelen her duygu mekanla birliktedir. Katılmadıkları hiçbir duyumun gerçekleşemeyeceği bu biçimler
usun verileri olmadıkları halde deneyüstü (transzendentale)’dürler. Deneyden çıkarılmışlardır ama bunlarsız da deney yapılamaz. Kant’a göre
aşkın bilgi olamaz ama deneyüstü bilgi olabilir. Bir soru daha gerekiyor: deneyden gelen verilere duyarlığın seziyle elde ettiği biçimlerin katılması
bilimsel bir bilgiyi gerçekleştirmeye yeter mi? Yetmeyeceğini söyleyen Kant
sonunda us’a deneyüstü bir görev bulmuştur: bireştirme işi. Kant’ a göre us bu görevi gerçekleştirmeseydi
ne duyuların verileri ve ne duyarlığın katkıları bilimsel veriyi gerçekleştirebilirdi. Öyleyse us
bu bireştirme işini nasıl yapıyor? Duyarlığın katkısıyla birlikte gelen bilgi süreçlerini düzenleyici kalıp (kategori)’lara sokarak. Us
bu kalıpları ne deneyden ve ne de duyarlığın sezişinden almıştır; bu kalıplar onda temel olarak vardırlar ve kendisiyle birliktedirler. Demek ki
Kant’a göre bilgi
gene de
nesneler düzeninde değil
us’un düşünme düzeninde gerçekleşmektedir. Kant
böylelikle kendi düşünme yöntemini de bulmuş oluyor: deneyüstü yöntem ( transzendental methode). Kendi kurduğu bu terimle
eleştirici bakışını dile getirerek
bilginin duyuların ürünü olduğunu savunan duyumculukla anlığın ürünü olduğunu savunan anlıkçılık(entellektüalizm)’ın üstüne aşıyor ve gerçeğin
her ikisinin birleşik bir üstünde’liğinde olduğunu savunuyor.
Kant’a göre; kesin
tümel
her zaman ve her yerde geçerli bilgi elbette deneyüstü önsel bir bilgidir. Çözümsel yargıların tümü sonsaldır
deneden sonra gerçekleşmişlerdir ve bu yüzden bilimsel ve kesin bir bilgi vermezler. Bireşimsel yargıların da önsel olanları vardır ama sonsal olanları da vardır. İşte asıl kesin ve bilimsel bilgi bu önsel bireşimsel yargı’lardır.
Kinisizm
Antisthenes ile Diogenes’in oluşturdukları Sokratesçi öğreti...
Sokrates’in öğrencisi Atinalı Antisthenes
Öğretiye köpeksi adının verilmesi Antisthenes’in öğrencisi Diogenes yüzündendir. Diogenes Antisthenes’in mesihvari sözlerine uyarak her şeyden el etek çekip bir köpek gibi yaşamaya başladı. Ölüleri gömmek için kullanılan toprak bir kap içinde yaşıyor ve felsefesini eylemiyle gerçekleştiriyordu. Diogenes Antisthenes’in aklından bile geçirmediği bir biçimde bütün geleneği yadsıyarak her türlü ruhsal ve bedensel isteklere sırt çevirmiş
Kinikler her türlü gelenek ve göreneğe karşı çıktıklarından kinizm deyimi
Kinizm
Konseptualizm
Adcılık ve gerçekçiliğe karşı olarak
Realistler
Kritisizm
Alman düşünürü Immanuel Kant’ın öğretisi...
Kant’a göre felsefe araştırması
Kant’a göre; kesin
L Dizini
Liberalizm
Siyasal
dinsel ve ekonomik alanlarda müdahaleleri istemeyen devlet
toplum ve birey arasındaki ilişkilerde önceliğin bireyin hak ve özgürlüklerinde olması gerektiğini savunan öğretilerin genel adı...
Liberalizm terimi
siyasal alanda yasalar karşısındaki eşitliği ve insanların kendi yönetimlerini kendilerinin seçmesi özgürlüğünü
dinsel alanda kilise egemenliğine karşı vicdan özgürlüğünü
ekonomik alanda da devlet müdahalesine karşı alışveriş özgürlüğünü savunur.
Liberalizm
18. ve 19. yüzyılda Avrupa orta sınıfının mutlakıyetçi devlet düzenlerine karşı ve teolojik dünya görüşünün bir parçası olarak çıkmıştır. Bu dünya görüşü
en çok doğal hukuk öğretisi ile faydacılık öğretisinden etkilenmiştir. Doğal hukuk öğretisine göre insanın doğuştan gelen birtakım dokunulmaz hakları vardı. Bunların başında da mülkiyet hakkı geliyordu. Çağdaş toplu ve devlet düzeninin dayandığı “toplumsal sözleşmenin” amacı öncelikle bu hakkın istikrarlı bir hukuk sisteminin güvencesi altına alınmasıydı. Özellikle İngiliz filozof John Locke’un yapıtlarında liberal ideolojiye en uygun biçimine kavuşan bu doğal haklar yaklaşımı
klasik siyasal iktisadın babası sayılan Adam Smith iktisadi açıdan değerlendirdi. Smith
toplumun iktisadi yaşamını doğal bir organizma olarak tanımladı. Onla göre kapitalist ekonomiye
nesnel
insanların iradesindeki bağımsız yasalar yön verirdi. Bu yasaların herhangi bir bozulmaya uğramadan işlemesi için en elverişli ortam serbest rekabetti. İş bölümü ve serbest rekabete düzeninde her iktisadi birim
ister üretici ister tüketici olsun
kendi kişisel çıkarının peşinde koşarken aynı zamanda ve kendiliğinden bütün toplumun refahına da hizmet etmiş olacaktı.
Ekonomik liberalizmin temelinde
kendi öz çıkarını kollamakla topluluğun çıkarını da sağlayan rasyonel
homo oeconomicus (iktisadi insan) kurgusu vardır. Rasyonel bireyin çıkarını kimse ondan iyi bilemeyeceğinden birey iradesinin dışındaki iradelerin
sözgelimi devletin piyasaya müdahalesi
kendi kişisel çıkarının peşinden koşarken aynı zamanda ve kendiliğinden bütün toplumun refahına da hizmet edecek böylece faydacı filozoflar Bentham ve J.S. Mill’in “ en çok sayıda kişiye en yüksek düzeyde mutluluk” ilkesinin gerçekleşmesini sağlayacak bir bireye engel olurdu. O halde devlet piyasanın ve ekonominin dışında tutulmalıdır.
Çağdaş siyaset literatüründe liberal devlet bireyler arası ekonomik ve toplumsal farklılıklarından doğan eşitsizlikleri düzeltmeye çalışmayan
toplumsal ve ekonomik alanda etkin ve düzenleyici bir rol oynamayan devlettir.
Logos
Ussal yasa... Logos sözcüğü Yunanca’da usla kavrama anlamındadır. Ve duyguları kavrama anlamındaki pathos sözcüğü karşılığında kullanır. Kah anlamıyla ilgili olarak us ve bu usa dayanan söz
yasa
düzen
bilgi anlamlarını dile getirir.
10. yüzyılda Herakleitos logos’u evreni düzenli bir bütün olarak kuran ve hareket ettiren ussal ilke biçiminde tanımlamıştır. Buna göre logos
hem oluşumların altında yatan ve onları biçimlendiren düzen ilkesi hem de evrenin böyle bir düzen olarak kavranmasında belirleyici olan bilgi ilkesiydi; evrenin kavranması belirli orantılara yani karşılıklı ilişki içindeki yas niteliğinde bağlantılara göre gerçekleşiyordu. Bu anlamıyla logos özellikle rastlantı ve gelişigüzelliğin karşıtıdır.
Herakleitos’un verdiği anlam Anaksagoras’ın baş kavramı olan “nous” dan farklıdır. Nous bir düzenleyici olarak evrenden önce de vardır ve evrene dışardan gelir
logos ise evrenle birliktedir ve evrensel oluşun içindedir.
Herakleitos her şey çıkar geçer der; evrende kalıcı olan hiçbir şey yoktur. Bu sürekli evrensel değişiklilik logos için düzenlenmiştir. Logos yasasına göre olup örtmektedir.
Platon’a göre bilgi
logosta temelleri idealar hem düşünceler hem de bu düşüncelerin ilkesiz sonsuz nesneleridir. Düşünce ile nesne arasındaki özdeşlik bu yüzdendir
yani düşünce nesnesinde her ikisi de idealarda temellendiği için uygundur
Liberalizm
Siyasal
Liberalizm terimi
Liberalizm
Ekonomik liberalizmin temelinde
Çağdaş siyaset literatüründe liberal devlet bireyler arası ekonomik ve toplumsal farklılıklarından doğan eşitsizlikleri düzeltmeye çalışmayan
Logos
Ussal yasa... Logos sözcüğü Yunanca’da usla kavrama anlamındadır. Ve duyguları kavrama anlamındaki pathos sözcüğü karşılığında kullanır. Kah anlamıyla ilgili olarak us ve bu usa dayanan söz
10. yüzyılda Herakleitos logos’u evreni düzenli bir bütün olarak kuran ve hareket ettiren ussal ilke biçiminde tanımlamıştır. Buna göre logos
Herakleitos’un verdiği anlam Anaksagoras’ın baş kavramı olan “nous” dan farklıdır. Nous bir düzenleyici olarak evrenden önce de vardır ve evrene dışardan gelir
Herakleitos her şey çıkar geçer der; evrende kalıcı olan hiçbir şey yoktur. Bu sürekli evrensel değişiklilik logos için düzenlenmiştir. Logos yasasına göre olup örtmektedir.
Platon’a göre bilgi
M Dizini
Manişeizm
İran`lı Mani`nin kurduğu Hıristiyan-Zerdüşt karması dualist din...
Manişeizm`in temeli
Zerdüştçülüğün iyilik ve kötülük ilkesine dayanır. Evrende iki ilke egemendir; iyilik ışık ve ruhtur
kötülük de karanlık ve bedendir. Evren bir iyilik-kötülük karışımıdır
insanda bundan ötürü ruhtan ve bedenden yapılmıştır. Bedenin içine hapsedilip acı çeken ruhları kurtarmak gerekir. Amaç
iyilik-kötülük savaşının üstündeki birlikte ulaşmaktır. İnsanları bu birliğe bilim götürebilir
bilimse sevgiyle kazanılır. Sevgi
kötülüğü iyilik içinde eriterek insanları birliğe ulaştıracaktır. Bu amaca varabilmek için her türlü tutkudan ve yalancılıktan sakınarak yaşamak yeter.
Mani kendisini Adem`den Buda
Zerdüşt ve İsa`ya kadar uzanan bir peygamberler zincirinin son halkası olarak görüyordu. Ona göre doğru dinin geçmişteki vahiyleri
tek bir dilde tek bir halka seslendiği için etkili olamamıştı. Ayrıca manişeizme sonradan katılanlar
onun özgün hakikatini görememişlerdi. Oysa kendisi
bu öteki dinlerin yerini alacak evrensel bir dini yaymakla görevlendirilmişti.
Mani vahiyle gelen önceki bütün dinlerin
özellikle de Zerdüşt dininin
Budacığın ve Hıristiyanlığın içerdiği kısmi doğruları bütünlüğe kavuşturarak gerçek bir evrensel dünya kurmayı amaçlıyordu. Ama bu din
sıradan bir eklemeciliğin ötesinde
değişik kültürlere göre farklı biçimler alabilecek bir hakikati de dile getirmeliydi. Manişeizm
özünde bir tür gnostisizmdi. Öteki bütün gnostisizm türleri gibi manişeizmde bu dünyadaki yaşamın katlanılmaz ölçüde acı ve kötülükle dolu olduğunu öğretiyordu. İç aydınlanma ya da gnosis (içrek bilgi)
Tanrı ile aynı doğayı paylaşan ruhun
kötülüklerle dolu madde dünyasına düştüğünü ve tin aracığıyla bundan kurtarılması gerektiğini gösteriyordu. Bu bilgi
kurtuluşa ulaşmanın tek yoluydu. Kişinin kendini bilmesi
geçmişte beden ve maddeyle karıştığı için bilgisizliğin ve öz bilinç yokluğunun kararttığı gerçek benliğini yeniden elde etmesi demekti. Kendini bilmek
ruhunun Tanrı ile aynı doğayı paylaştığını ve aşkın bir dünyadan geldiğini anlamaktı. Bilgi
insana
maddi evrende içinde bulunduğu düşkün koşullara karşın aşkın dünyadan kopmadığını
bu dünyaya ölümsüz ve içkin bağlarla bağlı olduğunu kavrama olanağını veriyordu.
Manişeizm insanlığın gerçek doğası
yazgısı
tanrı ve veren üzerine taşıdığı bilgileri karmaşık bir mitolojiyle sunar. Günahkar ruh kötülüklerle dolu maddeyle karışır ve sonunda tin aracılığıyla özgürlüğe kavuşur. Bu nedenle mitoloji üç aşamada gerçekleşir: tin ve madde
iyi ve kötü
ışık ve karanlık gibi temelden karşıt özlerin birbirinden ayrı olduğu ilk dönem; iki tözün birbirine karıştığı ve yaşadığımız çağa karşılık gelen ara dönem; başlangıçtaki ikiliğin yeniden kurulacağı gelecek dönem. İyi insanların ruhları
ölümle birlikte Cennet’e döner. Zina
çocuk yapma
mülk edinme
ürün yetiştirme
et yeme
şarap içme gibi bedensel şeylere kendini kaptıran kişinin ruhu ise yeni bedenlerde sürekli yeniden doğmaya mahkumdur.
Materyalizm
Bütün evrenin
her varlığın ve olgunun
en temelde maddi özellik gösteren öğelerden oluştuğu
bunlarla ilgili açıklamaların da bu öğelere ve aralarındaki ilişkilere indirgenebileceği yolundaki görüş.
Maddecilik özellikle
dualist ve tinselci görüşler karşısında gelişmiştir. Bunların ilkinden daha çok tekçi özelliğiyle
ikincisinden ise idealizme karşı gerçekçi özelliğiyle ayrılır. Dualizmdeki apayrı ve birbirine indirgenemeyecek iki varlık görüşüne karşı maddecilik
varlığın en temelde tek bir biçimi olduğunu ileri sürer. Buna göre
düşünsel ya da zihinsel denen olgular ya maddi olguların karmaşık biçimleridir ya da varlıkların temellerindeki yapıya indirgenerek açıklanabilir. Tinselci ve idealist görüşler karşısında da maddecilik düşünsel ya da zihinsel olguların kendi başlarına var olmadıklarını
görünürdeki var oluşlarının ise onları olanaklı kılan maddi bir temel üzerinde açıklanabileceğini öne sürer. Ruh-beden ya da düşünce-madde ayrımının aldatıcı olduğunu bu iki varlık türünün gerçekte tek bir maddi temelin iki farklı görünüşü olduğunu savunur.
Maddecilik tarih ve toplum gibi insana ilişkin varlık alanlarının açıklanmasında bunlara bir “amaç”
“erek”
ya da “istek” atfetmek yerine
maddi bir temele dayanan anlamlı nedenlere başvurmayı öngörür. Bu yaklaşıma göre insanların toplum ve tarih içinde ürettikleri düşünsel içerikli olgular vardır
ama bunlar tek başlarına ne ortaya çıkabilirler
ne de bu alanlarda etkili olabilirler. Bunları hem ortaya çıkaran
hem de etkiliymiş gibi görünmelerini sağlayan maddi ve somut nedenler vardır. Bu nedenler
tarihsel ve toplumsal değişimlere yol açan asıl etkendir. Düşünsel içerikli olgular ancak bu asıl etkene başvurularak açıklanabilir.
Maddecilik psikoloji gibi bireylerin zihinsel süreçlerini inceleyen bilgi dallarında da örneğin duygu
düşünce
amaç koyma ve yönelmelerin nedenlerini
bunların temelinde yatan organik
fizyolojik maddi süreçlerde arar. Buna göre
insanın belirli bir düşünceye sahip olması
bedenindeki en yalın fizyolojik süreçlerden beynindeki elektromagnetik etkinliğe kadar bir dizi maddi etmenin sonucudur. Zihinsel süreçlerin temelinde yatan maddi süreçler yeterince anlaşılırsa
zihin de anlaşılmış olacaktır.
Batı felsefesinde maddecilik geleneğinin başlangıcı Sokrates öncesi filozoflardan Demokritos ve öğretmeni Leukippos’a dayandırılır. Atomculuğun da ilk biçimini ortaya atan bu filozoflara göre
bütün everen daha fazla bölünemeyecek
katı
tek başına var olan küçük parçalardan (atomlardan) oluşuyordu. Dünyadaki her olay
bu atomların birbirleriyle etkileşiminin yarattığı süreçlerden kaynaklanıyor
algı ve bilgi de bu parçacıkların insanların organları üzerindeki etkilerinden doğuyordu. Eski Yunan ve Latin sonrası dönemde
Hıristiyanlığın etkisiyle maddecilik hemen tümüyle bir yana atıldı.
Yeni çağda çeşitli bilimlerde ulaşılan somut sonuçlar
felsefede de maddeciliğin yeniden doğmasına yol açtı. 17. yüzyılda
İngiltere’de Thomas Hobbes ve Fransa’da Pierre Gassendi
eski atomculardan da esinlenerek
maddi temeller üzerine kurulu bir dünya görüşünü işlediler. Gassendi deneyimle elde edilen olguları açıklarken modern bilimlerin yöntemlerini kullandı. Hobbes ise duyumların beyinde oluşan maddi hareketler olduğunu ileri sürdü.
Materyalizm 19. yüzyılda doğa bilimlerindeki önemli gelişmeler sonucu yeniden güçlendi. Özellikle Darwin’in biyolojide yarattığı devrim
doğal düzene ilişkin görünürdeki kanıtların tümüyle nedensel nedenlere dayanarak açıklanabileceğini gösterdi.
20. yüzyılda modern fizikte görülen devrim niteliğindeki gelişmeler nedensel temellere dayalı yaklaşımları sarsarken
katı ve bölünmez maddi temel sayılan “atom” düşüncesinin de sorgulanmasına yol açtı. Bunun sonucunda maddecilik tartışması daha çok bilimsel yöntem ve uygulamalar açısından sürdü. Fizikteki gelişmeler nedeniyle madde kavramı gittikçe daha az açıklayıcı ve anlaşılır olmaya başladı.
Mekanizm
Bütün olayları mekanik nedenlerle açıklama anlayışı...
Antikçağ Yunan düşüncesinde Abdera düşünürleri adıyla anılan
Leukippos ve Demokritos doğayı nicelik farklılaşmalarıyla oluşan bir nedensellik anlayışı içinde gördüler. Hava
su vb. gibi atom biçimlerini büyüklük ve küçüklükleriyle
eş deyişle nicelikleriyle birbirinden ayırıyor
farklılaştırıyorlardı. Onlara göre evren
sonsuz geçmişten sonsuz geleceğe kadar birbirlerine çarpıp birbirlerini itmeyle devinen bir atomlar yığınıydı. Her şey
bu çarpma ve itmeyle gerçekleşen yer değiştirme devimi (mekanik devim)’nin zorunlu düzeni içindeydi. Yoktan varolma ve vardan yok olma diye bir şey yoktu
her şey bu çarpma ve itme devimiyle birleşen (doğum) ve ayrılan (ölüm) özdeksel atomlardan oluşuyordu
bu oluşma ilksiz ve sonsuzdu. Evren
aralıksız ve sürekli bir nedensellik zinciri içinde akıp gidiyordu. Ruh
bütün duyu algıları
bütün düşünme de özdeksel atomdan ibaretti. Atomlar pürüzlü
düz
köşeli
tekerlek
yuvarlak
eğri büğrü
kanca
çengel biçimindeydiler ve sayısızdılar. Bölünmez (atom) ve parçalanamazdılar. “atomlar sonsuz boşluk içinde birbirinden ayrılmış; biçim
büyüklük
duruş
sıralanış bakımından birbirinden farklı olarak boşlukta sürükleniyorlar
birbirleri üzerine gelerek çarpışıyorlar. Bir bölümü birbirinden uzağa atılırken bir başka bölümü biçimlerin
büyüklüklerin
duruş ve dizilişlerin simetrisine göre birbirleriyle örülüp kalıyorlar”dı. Abdera düşünürlerinin bu özdekçi atom öğretilerinde evren mekanik devim’le açıklanmaktadır. Bu mekanik devimli zorunlu olarak bir nedensellik zinciri meydana getirir
çarpan neden ve kendisine çarpılan sonuç’tur. (iten ve itilen). Bu nedensellik zinciri de zorunlu olarak bir aralıksızlığı
eş deyişle süreklilik’i gerektirir; kendisine çarpılan da bir başkasına da çarparak onun nedeni olacak ve bir sonuç meydana getirecektir
bu vuruşmalı devim araya hiçbir kesinti girmeksizin böylece sürüp gitmek zorundadır. Kısaca mekanizm
evreni bütün olguların bir nedensellik zinciriyle birbirlerine bağlı bulundukları
sürekli bir yer değiştirme devimiyle açıklama anlayışıdır. Buysa vereni bir makine düzeni içinde görmektir
doğa çarpma yasalarına göre işleyen bir makinedir. Devim özdeğim içerdiği bir güç değildir
ona dışardan verilir; bu yüzden de oluşma aşamaları birbirinin içinden çıkmaz
yan yana dizilir. Demek ki doğadaki bütün değişmeler diyalektik değil mekaniktir.
Bu mekanikçi açıklama
doğada özdekten başka hiçbir öğe tanımamasına rağmen
idealist bir açıklamadır.mekanik hareketin sıraladığı neden-sonuç dizisi zorunlu olarak ilk ve son ereği gerektirir
buysa ****fiziği gerektirmek demektir. nitekim mekanikçi özdekçilik
özdeği ilk devindiren dışsal gücün tanrı olduğunu ileri sürmüştür.
Mekanikçi Gerekircilik
Her türlü nedeni mekanik nedene indirgeyen ve rastlantıyı nedensellik sayarak yadsıyan gerekircilik anlayışı... Bilimin temeli olan gerekircilik (determinizm) XVIII ve XIX yüzyıllarda fizikçi Newton’un mekaniğinden etkilenerek mekanikçi bir anlayışa yönelmiştir. Gerekirciliğe göre her olgunun bir nedeni vardır. Mekanikçi gerekirciliğe göreyse bu neden mekaniktir ve birbirinden bağımsız bir neden sonuç zinciri halinde sürekli olarak tekrarlanır. Aynı nedenler aynı sonuçları doğururlar
kendi nedeniyle belirlenen
sonuç da kendi nedeniyle aynılaşır ve kendisiyle aynı olan yeni bir sonuç meydana getirir. Bu demektir ki gelişme (evrim) ve sıçrama (devrim) olanaksızdır.
Mekaniğin temel yasaları olan dinamik yasalara göre belli bir durum belli ve zorunlu durumlar zincirini meydana getirir ve belli bir durum bilinince bu durumun meydana getireceği daha sonra ki durumlar bilinebilir. Bu temelden yola çıkan Laplace ki mekanikçi gerekirciliğe Laplace’çı gerekircilik de denir. Doğayı harekete getiren bütün güçleri ve doğayı teşkil eden bütün varlıkların birbirlerine karşı olan durumlarını belli bir anda bilebilecek ve bunları matematik formüllere bağlayabilecek bir öke tasarlar ve böyle bir öke olsaydı evrenin en büyük cisimlerinden en küçük cisimlerine kadar hepsinin hareketlerini matematik formüllerde kolaylıkla toplayabilir ve geleceği de geçmişi de gözlerimizin önüne serebilirdi” der. Laplace’in bu ökesinin Laplace’in cini adı verilir.
Manişeizm
İran`lı Mani`nin kurduğu Hıristiyan-Zerdüşt karması dualist din...
Manişeizm`in temeli
Mani kendisini Adem`den Buda
Mani vahiyle gelen önceki bütün dinlerin
Manişeizm insanlığın gerçek doğası
Materyalizm
Bütün evrenin
Maddecilik özellikle
Maddecilik tarih ve toplum gibi insana ilişkin varlık alanlarının açıklanmasında bunlara bir “amaç”
Maddecilik psikoloji gibi bireylerin zihinsel süreçlerini inceleyen bilgi dallarında da örneğin duygu
Batı felsefesinde maddecilik geleneğinin başlangıcı Sokrates öncesi filozoflardan Demokritos ve öğretmeni Leukippos’a dayandırılır. Atomculuğun da ilk biçimini ortaya atan bu filozoflara göre
Yeni çağda çeşitli bilimlerde ulaşılan somut sonuçlar
Materyalizm 19. yüzyılda doğa bilimlerindeki önemli gelişmeler sonucu yeniden güçlendi. Özellikle Darwin’in biyolojide yarattığı devrim
20. yüzyılda modern fizikte görülen devrim niteliğindeki gelişmeler nedensel temellere dayalı yaklaşımları sarsarken
Mekanizm
Bütün olayları mekanik nedenlerle açıklama anlayışı...
Antikçağ Yunan düşüncesinde Abdera düşünürleri adıyla anılan
Bu mekanikçi açıklama
Mekanikçi Gerekircilik
Her türlü nedeni mekanik nedene indirgeyen ve rastlantıyı nedensellik sayarak yadsıyan gerekircilik anlayışı... Bilimin temeli olan gerekircilik (determinizm) XVIII ve XIX yüzyıllarda fizikçi Newton’un mekaniğinden etkilenerek mekanikçi bir anlayışa yönelmiştir. Gerekirciliğe göre her olgunun bir nedeni vardır. Mekanikçi gerekirciliğe göreyse bu neden mekaniktir ve birbirinden bağımsız bir neden sonuç zinciri halinde sürekli olarak tekrarlanır. Aynı nedenler aynı sonuçları doğururlar
Mekaniğin temel yasaları olan dinamik yasalara göre belli bir durum belli ve zorunlu durumlar zincirini meydana getirir ve belli bir durum bilinince bu durumun meydana getireceği daha sonra ki durumlar bilinebilir. Bu temelden yola çıkan Laplace ki mekanikçi gerekirciliğe Laplace’çı gerekircilik de denir. Doğayı harekete getiren bütün güçleri ve doğayı teşkil eden bütün varlıkların birbirlerine karşı olan durumlarını belli bir anda bilebilecek ve bunları matematik formüllere bağlayabilecek bir öke tasarlar ve böyle bir öke olsaydı evrenin en büyük cisimlerinden en küçük cisimlerine kadar hepsinin hareketlerini matematik formüllerde kolaylıkla toplayabilir ve geleceği de geçmişi de gözlerimizin önüne serebilirdi” der. Laplace’in bu ökesinin Laplace’in cini adı verilir.
N Dizini
Neden
Bir olayı meydana getiren etken.
Neden kavramını ilk olarak öznel nedenler ve nesnel nedenler olmak üzere ikiye ayırmak mümkündür. Nesnel nedenler
insanın bilinç ve iradesinden bağımsız olarak etken olan nedenlerdir. Örneğin yoksul bir köylünün bilgisiz kalmasının nedeni böylesine nesneldir
onun bilinç ve iradesinin dışındaki yaşam koşullarından doğmaktadır. Öznel nedenlerse nesnel nedenlerin insan bilincindeki yansımasına dayanan insansal faaliyetlerdir. Örneğin bireyin şu ya da bu siyasayı izlemesinin nedeni böylesine özneldir
onun bilinç ve iradesine bağlıdır. İkinci olarak temel nedenler ile temel olmayan nedenler diye ikiye ayrılabilir.bir etkinin zorunlu ve öznel niteliklerini temel nedenler rastlantısal niteliklerini temel olmayan nitelikler gerçekleştirebilirler. Örneğin bir uçağın uçuşundan da temel neden uçağın motorudur
temel olmayan neden pervanelerdeki bir bozukluktur. Üçüncü olarak ise dış nedenler ve iç nedenlerdir. Bir nesne ya da olaya başka neden ve olaylarca yapılan etkiler dış nedenler bir nesne ya da olayın geliştirici iç çelişkileri iç nedenlerdir. Örneğin ısı bir yumurtanın civcivleşmesi için dış neden
tohumsa
iç nedendir. Dış ve iç nedenler birbirleriyle bağımlıdır. Birinin etkileyebilmesi öbürünün varlığına bağlıdır ve biri öbürüne dönüşebilir.
Nesnel İdealizm
İnsandan bağımsız saltık bir düşüncenin ya da ruhsal ilkenin varlığını ve önceliğini ileri süren idealizm anlayışı. Nesnel idealizm nesnel gerçekliği bireysel bilinçten üstün olarak tasarımladıkları genel bir bilince
indirger. Bu anlamıyla varlığın kaynağını insansal ruha indirgeyen ve maddeyi düşüncenin ürünü sayan nesnel idealizmin karşılığında kullanılır.
Nesnel idealizmin savunucuları sonlu dünyayı tek gerçek olan zihnin bir yansıması sayarlar
gelip geçici olan sınırlı varlık
bağımlı olduğu sonsuz ve sınırsız bir varlığı gerekli kılar. Hakikat
dış düşünceler ve dış gerçeklikler arasında bir bağlantı değil yalnızca düşünceler arasında bir uyum ilişkisidir.
Nesnel idealizm; dinsel nitelikli öğretilerden daha soyut bir görünüşe bürünür
gerçek dışı ve bilim dışı olmakla beraber
açıkça tanrılık varsayımın dile getirmeden evrenin temelinde ruhsal bir özün evrenden önceliğini ileri süren ****fizik bir anlayıştır.
Nicelik
Nesnenin ölçme konusu olan yanı...Nicelikle nitelik bağımlıdırlar
birbirlerine dönüşürler
ayrıştırılamazlar. Sadece nicel ya da sadece nitel olan hiçbir şey yoktur. Soyut kavramlar bile bu bağlantıdan koparılamazlar.
Her nesne ve olay
belli bir nitelik ile belli bir niceliğin birleşimidir.Bu birleşimin bozulması o nesne ya da olayı başka bir olaya ya da nesneye dönüştürür. Bir şeyin neyse öyle kalması için niteliksel yanının niceliksel yanıyla belli bir oranda birleşmiş
dengeye girmiş olması gerekir. Denge bozulursa o nesne başka bir nesne olur. Fakat bir nesnenin nitelik değiştirmesi için az da olsa bir nicelik değişimi gereklidir. “Nicelik değişimi olmaksızın nitelik değişmesi mümkün değildir.”Nicelikle niteliğin bağımlı birliğinde temel olan niteliktir
çünkü bir nesne ya da olayın az ya da çok sürekli bir biçimi vardır ve niceliksel olarak değişirken bu niteliksel varlık biçimini belli bir sınıra kadar sürdürür. Niteliğin değişmesi için niceliğin değişmesi zorunludur.
ama her nicelik değişimi nitelik değişimini gerektirmez. Örneğin 1-99 ısı dereceleri arasında su niteliğinde olan iki hidrojenle
bir oksijen
0 derecede buz niteliğinde ve 100 derecede de gaz niteliğindedir. Her nitelik değişimi yeni nicelik değişimlerine yol açar.
Nihilizm
Nihilizm siyasal açıdan her türlü siyasal düzeni yadsıyan görüşleri dile getirdiği gibi törebilimsel açıdan her türlü törebilim kurallarını ve değerlerini yadsıyan görüşleri ve bilgi bilimsel açıdan her türlü bilgiyi ve bilgilenme olanağını yadsıyan görüşleri dile getirir.
Nihilizm temelde estatizmin bütün biçimlerini yadsır
yararcılığı ve bilimsel usçuluğu savunur. Toplumsal bilimleri ve klasik felsefe sistemlerini bütünüyle reddeder. Yalın olgucu ve maddeci bir tutumla yerleşik toplumsal düzene baş kaldırmayı temsil eder
devlet
kilise
ya da aile otoritesine karşı çıkar. Yalnızca bilimsel doğruları temel alır
ancak bilimin toplumsal sorunlarının üstesinden gelebileceğini ve bütün kötülüklerin cehaletten kaynaklandığını kabul eder.
Nihilist düşünce Ludwig Feverbach
Charles Darwin
Henry Buckle ve Herbert Spencer gibi düşünürlerin etkisinde kalmıştır. İnsanın beden ve ruhtan oluşan dualist bir yapısı olduğunu reddettiği için kilisenin şiddetli tepkisine yol açmıştır.
Nitelik
Nesnenin algılama konusu olan yanı “Nitelikler” nesne ve algıları neyseler o yapar
başka nesnelerden ve olaylardan ayırır
onları sınırsızca ve sonsuzca çeşitlendirir. Her nesnenin niteliksel yanı yanında niceliksel tarafı da vardır. Bu iki unsur birbirine bağlıdır. Bir nesnenin sadece nicel ya da nitel yani olamaz. İkisi birbirine bağlıdır.
Nicelik özdeş olan nesne ve olaylar arasında
nitelik ise özdeş olmayan nesne ve olaylar arasında söz konusudur.
Felsefe nitelik kavramı konuşma dilindeki gibi bir anlam taşımaz. Felsefede nitelik kavramı; yokluğu o nesne ya da olayı neyse o olmaktan çıkaracak olan
nesne yada olayın bütünsel öz yapısını dile getirir. Nicelik değişikliği bir nesne ya da olayı belli bir sınıra kadar kendisi olmaktan çıkarmaz. Bir elma dilimlere bölünse de yine elmadır. Ama niteliksel değişme bir nesne ya da olayı kendisi olmaktan çıkarır. Bir elmayı yüksek derecede kaynatıp eritilirse elma olmaktan çıkar. Niceliksel değişme belli bir sınırda niteliksel değişmeyi gerektirir.
Nominalizm
Genel kavramları gerçek saymayıp birer addan ibaret bulan öğreti... Nominalizme göre genel kavramlar(tümeller)
bir takım seslerden başka bir şey değildirler
bunlar insanların düşünce biçimlerine yakıştırdıkları birer addır ve hiçbir gerçeklikleri yoktur.
XI. yy da Compregne papazı Rascelin tarafından ortaya atılan bu düşünce kiliseyi büyük bir ölçüde etkiledi. Çünkü bütün dinler temel kavramlar üzerine kuruluydu ve bu düşünce böylece dini gerçek saymıyordu. Bu yüzden orta çağ boyunca nominalizmi savunan kişiler ve buna karşın genel kavramlarının gerçek olduğunu savunan “gerçekçiler”arasında kavgalar
tartışmalar olmuştur.
Platoncu ve Aristotelesçi gerçekçiliğin bağnaz dinsel inançlarla bir arada düşünüldüğü orta çağda nominalizm dinsel sapkınlık olarak nitelendirildi. Ama dinsel sonuçlar bir yana
nominalizm
Platoncu gerçekçiliği düşünmenin ve genel terimler kullanarak konuşmanın ön gerçeği olduğu savını reddeder. Öte yandan Aristotelesçi gerçeklik kabul edilmiyor gibi görünse de Thomas Hobbes gibi ılımlı düşünürler tikeller arasında bazı benzerlikler olabileceğini ve bunları tanıtlamak için genel bir sözcüğün kullanılacağını yoksa konuşma ve düşünmenin olanaksız olduğunu ileri sürerler
Adcılık her ne kadar düşünmeyi ve konuşmayı zihinsel imgeler ya da dinsel terimler gibi simgelerle açıklıyorsa da düşüncenin simgelerin doğru kullanımının ötesinde kalan yanı adcılığı bir tür kavramcılığa yöneltir. Bu nedenle kavramcılık arasındaki fark açık seçik belli olmaz.
Neden
Bir olayı meydana getiren etken.
Neden kavramını ilk olarak öznel nedenler ve nesnel nedenler olmak üzere ikiye ayırmak mümkündür. Nesnel nedenler
Nesnel İdealizm
İnsandan bağımsız saltık bir düşüncenin ya da ruhsal ilkenin varlığını ve önceliğini ileri süren idealizm anlayışı. Nesnel idealizm nesnel gerçekliği bireysel bilinçten üstün olarak tasarımladıkları genel bir bilince
Nesnel idealizmin savunucuları sonlu dünyayı tek gerçek olan zihnin bir yansıması sayarlar
Nesnel idealizm; dinsel nitelikli öğretilerden daha soyut bir görünüşe bürünür
Nicelik
Nesnenin ölçme konusu olan yanı...Nicelikle nitelik bağımlıdırlar
Her nesne ve olay
Nihilizm
Nihilizm siyasal açıdan her türlü siyasal düzeni yadsıyan görüşleri dile getirdiği gibi törebilimsel açıdan her türlü törebilim kurallarını ve değerlerini yadsıyan görüşleri ve bilgi bilimsel açıdan her türlü bilgiyi ve bilgilenme olanağını yadsıyan görüşleri dile getirir.
Nihilizm temelde estatizmin bütün biçimlerini yadsır
Nihilist düşünce Ludwig Feverbach
Nitelik
Nesnenin algılama konusu olan yanı “Nitelikler” nesne ve algıları neyseler o yapar
Nicelik özdeş olan nesne ve olaylar arasında
Felsefe nitelik kavramı konuşma dilindeki gibi bir anlam taşımaz. Felsefede nitelik kavramı; yokluğu o nesne ya da olayı neyse o olmaktan çıkaracak olan
Nominalizm
Genel kavramları gerçek saymayıp birer addan ibaret bulan öğreti... Nominalizme göre genel kavramlar(tümeller)
XI. yy da Compregne papazı Rascelin tarafından ortaya atılan bu düşünce kiliseyi büyük bir ölçüde etkiledi. Çünkü bütün dinler temel kavramlar üzerine kuruluydu ve bu düşünce böylece dini gerçek saymıyordu. Bu yüzden orta çağ boyunca nominalizmi savunan kişiler ve buna karşın genel kavramlarının gerçek olduğunu savunan “gerçekçiler”arasında kavgalar
Platoncu ve Aristotelesçi gerçekçiliğin bağnaz dinsel inançlarla bir arada düşünüldüğü orta çağda nominalizm dinsel sapkınlık olarak nitelendirildi. Ama dinsel sonuçlar bir yana
Adcılık her ne kadar düşünmeyi ve konuşmayı zihinsel imgeler ya da dinsel terimler gibi simgelerle açıklıyorsa da düşüncenin simgelerin doğru kullanımının ötesinde kalan yanı adcılığı bir tür kavramcılığa yöneltir. Bu nedenle kavramcılık arasındaki fark açık seçik belli olmaz.
O Dizini
Olgu
Gerçekleşmiş olan her şey... Olam ve olay birer olgu’dur. Olgu deyimi bu iki yakın anlamlı deyimden daha geniş kapsamlıdır ve ikisini de içerir. Olam zaman ve yer özellikleriyle ele alınan olgu
olay zaman ve yer özelliklerinden sıyrılmış olgudur. Olmuş olan her şey olgu’dur; bundan ötürü de olgu deyimi olası
olanaklı ve düşünsel
tasarımsal deyimleriyle karşıt anlamlıdır. Çünkü bu deyimler henüz gerçekleşmemiş olanı dile getirirler; gerçekleşmeleri muhtemeldir
mümkündür ya da gerçekleştirilmeleri düşünülmektedir
tasarımlanmaktadır ama henüz olmamış’lardır ve bundan ötürü de olgu değillerdir. Cladue Bernard “deneyimsel düşünceye yol gösterecek ve aynı zamanda onu denetleyecek tek gerçek olgulardır” der. Olay deneyim konusu olan olgu’ dur
ama onun deneyimini olgu denetler; çünkü olgu betimleyici ve somut
olay’sa çözümsel ve soyuttur. Olay deney konusu
olgu ise deney sonucudur. Örneğin savaş
gerçekleşmiş olarak olgu
soyut olarak olay
belli bir yer ve zamanda geçmiş olarak olam’dır. Auguste Comte ve olgucu izleyicileri (pozitivistler) bizim algı dediğimize olgu derler. Onlara göre sadece duyumlarımız ve algılarımız dolaysız verilerdir
bunları incelemekle yetinmemiz gerekir. Kierkegaard ve varoluşçu izleyicilerine (egzistansiyalistler) göre insan anlaşılamayan ve hiçbir açıklanması bulunmayan bir salt olgu’dur. Ve kendisine yabancı bir dünya içine atılmıştır. Mantık açısından da bilim
olgulardan önermeler çıkarır ve bu önermeleri olgularla tanıtlar. Bir olguyu açıklamak demek
onu başka olgulara indirgemek demektir. Ne var ki açıklanamayan
eş deyişle başka olgulara indirgenemeyen olgular da vardır. Örneğin herhangi bir şeyin varlığı
böylesine bir olgudur. Kızgın bir sobaya elinizi dokundurduğunuzda elinizin yandığından şüphe edemezsiniz
bunlar kesin olarak verilmiş olgulardır. Doğa bilimleri ve genellikle bilim sadece olguları açıklamakla yetinmez
onları en yalın bir biçimde açıklamaya çalışır. Bilim olguları sadece yasalara bağlamaya değil en yakın yasalara bağlamaya çalışır. Olgular
deneyin sağladığı gerçek verilerdir. Deneyimsel yöntemde olgulara dayanılır ve deneyimler ancak olgulara başvurularak denetlenebilir.
Olumsuzlanmanın Olumsuzlanması
Eylemsel ve tarihsel özdekçi öğretinin açıkladığı üç büyük evrensel yasadan biri... Karşıtların birliği ve savaşımı yasası ile nicelikten niteliğe geçiş yasası adlarını taşıyan öteki evrensel yasalarla birlikte olumsuzlanmanın olumsuzlanması yasası doğanın
bilincin ve toplumun evriminde geçerli olan evrensel bir yasadır. Sonsuz ve sınırsız evrim
tüm evrende bu üç yasanın izlemesiyle gerçekleşir.
Sonsuz ve sınırsız evrende sonlu ve sınırlı nesne ve olaylar
bu yasalarla doğar
büyür ve ölürler. Ne var ki ölümleri de yeni bir doğumu sağlamak
eş deyişle genel gelişmeyi gerçekleştirmek içindir. Her yeni eskir ve yerini yenisine bırakır. Eskinin yerini yeniye bırakması olumsuzlanmanın olumsuzlanmasıdır. Çünkü eski bir zamanlar yeniydi ve kendisinden eski olanı olumsuzlayarak varlaşmış ve yeni olarak kendini meydana koymuştu. Şimdi ise bu olumsuzlayan yeni
kendisinden daha yeni tarafından olumsuzlanmaktadır. Bundan ötürüdür ki Marx. “eski varoluş biçimleri olumsuzlanmadıkça hiçbir alanda gelişme olmaz.” der.
Evrende her nesne
olay ya da süreç birbirlerini karşılıklı olarak yok etmeye çalışan çeşitli karşıt yönler ve eğilimler taşır. Bu onların savaşımıdır. Ama bütün bu karşıt yönler ve eğilimler
aynı zamanda birbirleriyle sıkıca bağımlıdırlar
biri olmadan öbürü de olmaz. Bu da onların birliğidir. Gelişme sürecinde yeninin eskiyi olumsuzlaması
karşıtlar arasındaki çelişkilerin çözülmesinden ve aşılmasından başka bir şey değildir.
Ontoloji
Bir bütün olarak varlığı ele alan ve var olanların en temel niteliklerini inceleyen felsefe dalı. Ontoloji terimi ilk kez 17. yüzyılda kullanılmakla birlikte
felsefi bir yaklaşım olarak ele alınması eski Yunan’a
özellikle Aristoteles’e değin iner.
Aristoteles
sonradan Ta **** physike ( ****fizik) adıyla derlenen metninde işlediği ve “ilk felsefe” adını verdiği disiplin için
“varlığı varlık olarak ele almak” deyimini kullanmıştı. Ama Platon’un idea öğretisi ya da Sokrates öncesi filozofların “arkhe” arayışları ontoloji alanında ilk bilgisel çabalar sayılabilir.
Hıristiyanlığın egemen olduğu orta çağda **uino’lu Thomas Aristoteles’in çalışmasından yararlanarak Tanrı’nın varlığını savını temellendirmek için ontolojik yaralanmıştır ve Aristoteles’in bu çalışmasını “Tanrı’nın yarattığı varlıkların bilgisi” olarak tanımlamıştır. Thomas
Katolik dogmalarına bir temel bulabilmek için bu Aristotelesçi felsefeden yararlanmıştır. Böylece arta çağda ve yani çağda ****fizik terimi
ontolojinin ele aldığı alana ilişkin kullanılmaya başlanmıştır. Bu arada
yeniçağ biliminin gelişmesine koşut olarak gittikçe olumsuz bir içerik kazanan ****fizik terimine
bilimdışı
anlaşılmaz konularda düşünmek gibi bir anlam yüklenmiştir.
17. yüzyılda Alman düşünürü Wolf
ontolojiyi temel ilkeler bilimi olarak tanımlar ve duyu dışı özdeksiz bir varlık tasarımının temel yapısını
türlerini ve biçimlerini inceler. Çağdaş ontolojici Hartmann’a göre ontolojinin öteki bilimlerden başkalığı
öteki bilim dalarının bir iş bölümü anlayışı içinde var olanı çeşitli alanlara bölerek sadece o belli alanlarda araştırmalarına karşı ontolojinin var olanı bütünlüğü içinde ele almasıdır. Örneğin astronomi gök varlıklarını
jeoloji madensel varlıkları incelediği halde ontoloji bütünüyle varlığın varoluş ilkelerini inceler.
Tarihsel süreçte Kant
Schelling ve Hegel gibi büyük Alman idealistleri ontolojiye karşı çıkmışlardır. Ontolojinin orta çağdan gelen kofluğu ne idüğü belirsizliği
inaksallığı gözlerinden kaçmamıştır. Ontolojinin yerine Kant “deneyüstü felsefe”yi
Schelling “aşkın düşünceciliği”
Hegel “mantık”ı önermişlerdir. Bu düşünürlerden sonra saf felsefe olarak ontolojik ya da ****fizik yaklaşım bir yandan gözden düşerken
bir yandan da daha temelli bir biçimde ele alınmaya ve işlenmeye başlanmıştır. Fenomonolojinin kurucusu Edmund Husserl ontolojiyi “anlamlı davranışların içeriğini inceleyen” felsefe dalı olarak tanımladı. Buna göre ontoloji
felsefede var olan nesnelere ulaşmayı sağlayan davranışları inceleyen disiplin idi. Husserl’in öğrencisi
Heidegger
varlığın temel bir varlıksal anlam taşıdığı bir varlık türünü arayarak buna
insan ya da kişi yerine “ orada olmak” adını vermiştir.
Öznel İdealizm
Nesnel varlığı insansal bilincinin ürünü sayan idealizm anlayışı
öznel idealizm
varlığın kaynağını insansal ruha indirger ve maddeyi düşüncenin ürünü sayar.
Nesnel idealizmcilerle öznel idealizmcilerin savları hemen hemen yok gibidir. Her ikisi de tanrı bilime felsefesel bir temel sağlamada birleşirler
her ikisi de ****fiziktir
her ikisi de felsefenin temel sorununun da ruha öncelik tanıyıp nesnel gerçekliği yadsırlar
gerçeklikten yola çıkmayı düşünsel varsayımlar oluştururlar
her ikisi de gizli ya da açık
bilime karşıdır ve bilinemezcidir.
Öznel düşüncellik tarihsel süreçte çeşitli biçimlerde ileri sürülmüştür: Şüpheciliği yöntem olarak kullanan bütün Yunan düşünürleri
başta Protogoras olmak üzere hemen bütün sofistler
başta Pyrrrhon ve Ainesidemos olmak üzere bütün şüpheciler
başta Arkesilaos ve Karneades olmak üzere bütün Sokratesçi şüpheciler öznel düşüncelciliğe düşmekten kaçınmamışlardır. Bunun nedeni de bütün şüphecilerin; duyumların
nesnelerin niteliklerini yansıttığı olgusunu yadsımalarıdır.Usçuluğun kurucusu Fransız düşünürü Rene Descartes’in ****fiziği
nesneyi
insan zihninin bir tasarımı saymakla tümüyle öznel düşünceci bir öğretidir.
Nesnel gerçekliği yadsıyan ve tek geçerliğin insan duyumlarından ibaret olduğunu savunan İngiliz düşünürü David Hume’in
Alman düşünürü Imanuel Kant’ı hazırlayan şüpheci öğretisi de açık bir öznel düşünceciliktir. Öznel düşünceci öğretilerden biri de Fransız düşünürü Auguste Comte’un olguculuğudur. Çeşitli öznelci öğretilerde çeşitli adlar altında ileri sürülen algı’ların olguculuktaki yeni adı da olgu’dur. Olgucular olgular sözünden algılar’ı anlarlar. Onlara göre bize araçsız olarak verilen tek bilgi olgular
eş deyişle algılarımız ve duyularımızdır. Bilim bunlarla yetinmeli
başkaca bilgiler edinme isteğine boşuna kapılmamalıdır. Bu ise nesnel dünyadan kopmayı ve kendi bilinci içine kapanmayı
eş deyişle öznel düşünceciliğe düşmeyi dile getirir. Heidegger’e göre “evren
ancak
içinde insan bulunduğu oranda vardır.” Demek ki nesnel gerçekliği yaratan insandır ve insansız nesnel gerçeklik yoktur.
Öz
Bir nesneyi neyse o yapan gereçlerin tümü. Tarih boyunca öz için değişik tanımlar yapılmıştır.
1)Platon göre idea anlamında kullanılmıştır. Ona göre bütün varlıkların özleri ideadır.
2)Aristoteles bu deyimi ****fiziğinde ve mantığında değişik anlamlarda kullanmıştır. Aristoteles ****fiziğinde öz deyimi töz ile anlamdaştır
“özdekle bitişik olmayan töz öz diyorum” der. Bu anlamda öz deyimi
töz deyiminden soyut ve varlık deyiminden düşünsel olmasıyla ayrılır. Buna karşı Aristoteles mantığında öz somut varlıktır
“sözgelimi insan
at özdür.”der. bu somut özleri de birinci ve ikinci özler olmak üzere ikiye ayırır. Birinci özler bireysel olarak
ikinci özlerse türdel olarak ele alınan özlerdir. Şöyle der “ikinci öz diye birinci anlamda alınan özlerin içinde bulundukları türlere denir. Ne var ki bu türlere cinslerini de eklemek gerekir. Sözgelimi birey olarak insan
insan türünün içine ve türün cinsi de hayvandır. Öyleyse ikinci öz diye bu sonuncu özler
yani tür olarak insan ve hayvan gösterilir.
3)Fransız varoluşçusu Sartre’a göre öz
varlaşmayla meydana gelir ve varoluştan önce yoktur. İnsan
kendini ne yapar ve nasıl yaparsa odur. İnsandan başka bütün varlıklar önceden belli bir öz’e göre varlaşırlar. Örneğin bir masa yapmak için önce masanın özünü tasarlarız
sonra testereyi ve keresteyi alıp o özü varlaştırırız. Bir bezelye taneciği bezelye özünden
bir papatya yaprağı papatya özünden meydana gelir. İnsansa bir insan özünden meydana gelmez
insanın özü varoluşundan sonradır. Sartre’a göre öz
varlığı belirleyen anlamındadır ve varlığın herhangi bir özle belirlenmediği dile getirilmiştir.
4)Alman düşünürü Kant’a göre öz
kendinde şey ve phenomenon karşıtı olarak noumenon’dur. Asla bilinemez. Bizler sadece nesnelerin görünüşlerini bilebiliriz
kendinde ne olduklarını bilemeyiz.
Olgu
Gerçekleşmiş olan her şey... Olam ve olay birer olgu’dur. Olgu deyimi bu iki yakın anlamlı deyimden daha geniş kapsamlıdır ve ikisini de içerir. Olam zaman ve yer özellikleriyle ele alınan olgu
Olumsuzlanmanın Olumsuzlanması
Eylemsel ve tarihsel özdekçi öğretinin açıkladığı üç büyük evrensel yasadan biri... Karşıtların birliği ve savaşımı yasası ile nicelikten niteliğe geçiş yasası adlarını taşıyan öteki evrensel yasalarla birlikte olumsuzlanmanın olumsuzlanması yasası doğanın
Sonsuz ve sınırsız evrende sonlu ve sınırlı nesne ve olaylar
Evrende her nesne
Ontoloji
Bir bütün olarak varlığı ele alan ve var olanların en temel niteliklerini inceleyen felsefe dalı. Ontoloji terimi ilk kez 17. yüzyılda kullanılmakla birlikte
Aristoteles
Hıristiyanlığın egemen olduğu orta çağda **uino’lu Thomas Aristoteles’in çalışmasından yararlanarak Tanrı’nın varlığını savını temellendirmek için ontolojik yaralanmıştır ve Aristoteles’in bu çalışmasını “Tanrı’nın yarattığı varlıkların bilgisi” olarak tanımlamıştır. Thomas
17. yüzyılda Alman düşünürü Wolf
Tarihsel süreçte Kant
Öznel İdealizm
Nesnel varlığı insansal bilincinin ürünü sayan idealizm anlayışı
Nesnel idealizmcilerle öznel idealizmcilerin savları hemen hemen yok gibidir. Her ikisi de tanrı bilime felsefesel bir temel sağlamada birleşirler
Öznel düşüncellik tarihsel süreçte çeşitli biçimlerde ileri sürülmüştür: Şüpheciliği yöntem olarak kullanan bütün Yunan düşünürleri
Nesnel gerçekliği yadsıyan ve tek geçerliğin insan duyumlarından ibaret olduğunu savunan İngiliz düşünürü David Hume’in
Öz
Bir nesneyi neyse o yapan gereçlerin tümü. Tarih boyunca öz için değişik tanımlar yapılmıştır.
1)Platon göre idea anlamında kullanılmıştır. Ona göre bütün varlıkların özleri ideadır.
2)Aristoteles bu deyimi ****fiziğinde ve mantığında değişik anlamlarda kullanmıştır. Aristoteles ****fiziğinde öz deyimi töz ile anlamdaştır
3)Fransız varoluşçusu Sartre’a göre öz
4)Alman düşünürü Kant’a göre öz
P Dizini
Paradoks
Kendi içinde çelişkiliymiş gibi görünen
mantıksal olarak hem doğruluğu
hem de yanlışlığı kanıtlanabilen önerme.
Antikçağ Yunanlılarında paradoks deyimi yaygın düşünceye aykırı düşünceyi dile getiriyordu ve özellikle Parmenides ile Zenon’un aporia (çıkmazlık)’larıyla antinomia (çatışkı)’larında örneklenmişti. ****fizik düşünce sisteminin temeli olan biçimsel mantık ve onun çağdaş biçimi dizi kuramları bu aykırı düşünce’yi mantıksal bir çelişme olarak tanımlar. Bundan başka ****fizik yapılı çağdaş fizikçiler de birtakım kozmolojik paradokslar ortaya atmaktadırlar. Matematik mantıkçı Bertrand Russel’e göre “kendi kendine tıraş olmayanları tıraş eden bir berberin kendi kendini tıraş etmesi” çok önemli bir mantıksal paradokstur. Oysa tıraş etmesini bilen bir berber kendi kendine tıraş olamayanları tıraş ettiği gibi kendi kendine tıraş olabilen insanları da tıraş eder. Örneğin “bir şeyin hem kendisi olması ve hem de aynı zamanda başkası olması” biçimsel mantık açısından büyük bir çelişme
diyalektik mantık açısından pek basit bir gerçektir. Bunun gibi kozmolojik paradokslarda belli bir ortamda geçerli fizik yasalarını başka ortamlara uygulamaktan doğmaktadır. Mantıksal olsun ya da fiziksel olsun
bir yanlış koyum ya da bir bilgi yoksunluğu
genellikle de diyalektik bilgiden yoksunluk yatar. Ünlü Aşil Kanıtı’nda olduğu gibi basit şaşırtma hileleriyse tümüyle bilim dışıdır.
Panteizm
Bir bütün olarak kavranan evrenin Tanrı ile özdeş olduğu ve evrende açığa çıkan bileşik töz
güçler ve yasalar dışında Tanrı olmadığı öğretidir.
Panteizmin çok çeşitli biçimleri vardır. Bunlar biri bütün olarak doğaya bilinç atfeden pansişizmden dünyanın yalnızca bir görüş ve temelde gerçek dışı olduğunu ileri süren akozmik panteizmine ussal Yeni Platoncu ya da türümcü görüşlerden sezgici ve gizemci görüşlere kadar değişir.
Batı felsefesinin yakın dönemlerinde panteizm düşüncesini en yetkin biçimde dile getiren Spinoza’dır. Sonsuz niteliklere sahip bir tek sınırsız varlığın olabileceğini öne süren Spinoza’ya göre Tanrı ve doğa aynı gerçekliğe verilen iki ayrı addan başka şeyler değişti. Tersi durumunda Tanrı ve dünya birliğinin Tanrıdan daha büyük bir bütünlüğü olurdu. Spinoza Tanrının gerekliliğinden dünyanın gerekliliğini içerdiğini özgürlük olanağının bulunmadığını belirtti.
Panteizm dogmalara bağlı Hıristiyan ilahiyatçılar tarafından yaratıcı ile yaratılan arasındaki ayrımı yok ettiği
Tanrıyı belirsizleştirdiği
aşkın yerine bütünüyle içkin bir tanrı kavaramı öne sürdüğü
insanın ve tanrının özgürlüğü düşüncesini dışladığı gerekçeleriyle reddedildi.
Pozitivizm
Olgularla desteklenen ya da olgularla ilgili verilere dayanan bilginin tek sağlam bilgi türü olduğu görüşüdür.
Genel çizgileriyle pozitivizm
deney konusu edilebilecek olgularla ilgili
yani en geniş anlamıyla bilimsel bilginin sağlam bilgi olduğunu vurgular. Bunun dışında
olguların çoğu mantık ve matematik gibi bilgi türlerinin varlığını kabul eder
ama bunların içeriksiz olduğunu ileri sürerler. Pozitivistlerin
en temel özelliği ise geleneksel felsefe görüşlerini
olumsuz bir anlam yüküyle “****fizik” olarak niteleyerek karşı çıkmasıdır. Comte
alan bu yana “****fizik” nitelemesi insanlığın geride bıraktığı bir aşamayla ilgili
gerçekliğini yitirmiş
yerini pozitif bilimlere bırakmış bir bilgi türünü çağrıştırır.
Comte’a göre insanlık tarihinin üç aşamalı zihinsel gelişiminde her aşama bir öncekine göre daha ileri ve gelişmiştir. İnsanlık başlangıçta açıklamaların doğaötesi göçlere göre yapıldığı dinsel bir aşamadır. İzleyen ****fizik aşamada açıklamalar gene olgulardan uzak bazı kavramlara dayandırılır. Üçüncü aşamada ise
insanlar doğru bilginin gerektirdiği gibi
açıklamak istedikleri olguları gene bu olgulardan elde ettikleri verilere dayandırmayı öğrenirler; işte bu sonuncusu pozitif aşamadır. Comte bu süreci bir insanın çocukluktan yetişkinliği geçiş aşamalarına benzetir.
Comte’a göre bilim olgulara dayanmalıdır. İnsan kafasının soyutlanmalarından doğmuş olan ****fizik
deney ve bundan ötürü de bilgi alanımızın dışındadır
nesnelerin kendilikleri de bilinemez.
Pragmatizm
Düşüncelerin
politikaların ve önerilerin değerlerinin yararlılıkları
işlerlikleri ve uygulanabilirlikleri ile belirlenmesi ilkesine dayanan görüş.20. yüzyılın ilk çeyreğinde özellikle ABD’de etkili olmuştur. Eylemin öğretiden
deneyimin sabit ilkelerden önce geldiğini
düşüncelerin anlamlarının sonuçlarından
doğruluklarının da doğrulanabilirliklerinden elde edildiğini savunur.
Pragmatistlere göre bir düşünce
yaşamımız için elverişli olduğu sürece “doğrudur”.İyidir yerine doğrudur diyebiliriz; çünkü bu iki kavram birbirinin aynıdır. Doğru sözcüğü inanç alanında iyi olduğunu ispat eden her şeyin adıdır. Doğru olan
belirli sebepler ölçüsünde aynı zaman da iyidir. “Bizim için neye inanmak doğru olurdu?” desek bu söz şu anlama gelir: Neye inanmak zorundayız? Bu sorunun karşılığı şudur: İnanılması bizim için daha iyi olan şeye inanmak zorundayız. Şu halde
bizim için daha iyi olan ile bizim için daha doğru olan arasında hiçbir başkalık yoktur.Pragmatizm doğruyla iyiyi birleştirmektedir. Yani Erdem yaşayışımız için elverişli olduğu sürece
pratik fayda sağladığı hallerde doğrudur. Her şey pratik fayda ölçüsüne vurulmalıdır. Her şey pratik faydaya göre değerlendirilmelidir.
Onlara göre doğru düşünce pratikte doğrulanabilen düşüncedir. Bir düşüncenin gerçeği
ona yapışık hareketsiz bir özellik değildir. Gerçek düşüncenin başına gelen bir şeydir. Bir düşünce kafamızda dururken doğru olamaz. Ancak doğru hale gelebilir
olaylar yüzünden doğrulaşır. Onun gerçekliği geçer hale girmesiyle olur. Benim için bir şeyin herhangi bir zaman için faydası olabilir
ama başka bir zaman o şey faydama değildir.
Pragmatistler dünyanın nesnel gerçekliğine gözlerini kapamışlardır. Gerçek
kendi yararımıza belirlenmekle özneldir.
Paradoks
Kendi içinde çelişkiliymiş gibi görünen
Antikçağ Yunanlılarında paradoks deyimi yaygın düşünceye aykırı düşünceyi dile getiriyordu ve özellikle Parmenides ile Zenon’un aporia (çıkmazlık)’larıyla antinomia (çatışkı)’larında örneklenmişti. ****fizik düşünce sisteminin temeli olan biçimsel mantık ve onun çağdaş biçimi dizi kuramları bu aykırı düşünce’yi mantıksal bir çelişme olarak tanımlar. Bundan başka ****fizik yapılı çağdaş fizikçiler de birtakım kozmolojik paradokslar ortaya atmaktadırlar. Matematik mantıkçı Bertrand Russel’e göre “kendi kendine tıraş olmayanları tıraş eden bir berberin kendi kendini tıraş etmesi” çok önemli bir mantıksal paradokstur. Oysa tıraş etmesini bilen bir berber kendi kendine tıraş olamayanları tıraş ettiği gibi kendi kendine tıraş olabilen insanları da tıraş eder. Örneğin “bir şeyin hem kendisi olması ve hem de aynı zamanda başkası olması” biçimsel mantık açısından büyük bir çelişme
Panteizm
Bir bütün olarak kavranan evrenin Tanrı ile özdeş olduğu ve evrende açığa çıkan bileşik töz
Panteizmin çok çeşitli biçimleri vardır. Bunlar biri bütün olarak doğaya bilinç atfeden pansişizmden dünyanın yalnızca bir görüş ve temelde gerçek dışı olduğunu ileri süren akozmik panteizmine ussal Yeni Platoncu ya da türümcü görüşlerden sezgici ve gizemci görüşlere kadar değişir.
Batı felsefesinin yakın dönemlerinde panteizm düşüncesini en yetkin biçimde dile getiren Spinoza’dır. Sonsuz niteliklere sahip bir tek sınırsız varlığın olabileceğini öne süren Spinoza’ya göre Tanrı ve doğa aynı gerçekliğe verilen iki ayrı addan başka şeyler değişti. Tersi durumunda Tanrı ve dünya birliğinin Tanrıdan daha büyük bir bütünlüğü olurdu. Spinoza Tanrının gerekliliğinden dünyanın gerekliliğini içerdiğini özgürlük olanağının bulunmadığını belirtti.
Panteizm dogmalara bağlı Hıristiyan ilahiyatçılar tarafından yaratıcı ile yaratılan arasındaki ayrımı yok ettiği
Pozitivizm
Olgularla desteklenen ya da olgularla ilgili verilere dayanan bilginin tek sağlam bilgi türü olduğu görüşüdür.
Genel çizgileriyle pozitivizm
Comte’a göre insanlık tarihinin üç aşamalı zihinsel gelişiminde her aşama bir öncekine göre daha ileri ve gelişmiştir. İnsanlık başlangıçta açıklamaların doğaötesi göçlere göre yapıldığı dinsel bir aşamadır. İzleyen ****fizik aşamada açıklamalar gene olgulardan uzak bazı kavramlara dayandırılır. Üçüncü aşamada ise
Comte’a göre bilim olgulara dayanmalıdır. İnsan kafasının soyutlanmalarından doğmuş olan ****fizik
Pragmatizm
Düşüncelerin
Pragmatistlere göre bir düşünce
Onlara göre doğru düşünce pratikte doğrulanabilen düşüncedir. Bir düşüncenin gerçeği
Pragmatistler dünyanın nesnel gerçekliğine gözlerini kapamışlardır. Gerçek
R Dizini
Rasyonalizm
Aklı bilgini temel kaynağı ve sınanabilirlik ölçüsü olarak kabul eden akım. Bilginin duyu verilerine dayalı deneylerden kaynaklandığını ileri süren (ampirizm) deneycilik karşıtıdır. Dünyanın akılsal bir düzen içerisinde bir bütün olduğu
parçaların mantıksal zorunlulukla birbirine bağlı olduğunu
dolayısıyla da yapısının doğrudan kavranabilir olduğu görüşüne dayanır. Başlıca esir kaynağı matematiktir.
Rasyonalizm
akla dayanır ve akıl dışı olan her şeye karşı koyar. Rasyonalizm bütün insanlarda doğuştan değişmez bir akıl bulunduğunu bu aklın da özsel
tümel
deney dışı gerçeklik taşıdığını ileri sürer.
Rasyonalizm en açık biçimiyle bilgi felsefesinde dile getirilir. Buna göre bazı bilgilerin kaynağı apriori ya da deney öncesi ussal sezgileridir. Bilgi bu sezgilerin anlık tarafından kavranmasıyla ortaya çıkar. İnsan düşünme yetisiyle kavradıkları duyu verilerini aşan nesneler ya da tümeller ve bunların bağlantılarıdır. Her tümel bir soyutlamadır ve duyulara değilse de düşünceye açıktır. Mantık ve matematiğin tümü ile başka pek çok alanın bazı bölümleri bu tür bilginin kapsamına girer. Rasyonalizme göre zihnin ulaşabileceği en önemli ve kesin bilgi türü olan apriori bilgi hem zorunlu (başka bir yoldan elde edilmesi imkansız) hem de evrenseldir. Rasyonalizm etik ve din alanlarında da insanın düşünme yetisine öncelik verir. Buna göre iyiyle kötünün ayırt edilmesinde sonul yargı duygu
gelenek ya da insan bilgisinin kaynağı vahiy değil
insanın doğal yetileridir.
Realizm
Varlığın
insan bilincinden bağımsız ve nesnel olarak varolduğunu ileri süren görüş. Realizm bilgi kuramı açısından nesneyi özneye
bilineni bilene bağlı kılan idealizmin
kavram açısından da şeylerin yapısının gerçekliğini adlarla sınırlayan adcığın ve ortaçağın sonlarına doğru adcılığın yerini alan kavramcılığın karşıtıdır.
Felsefi anlamda iki tür gerçeklikten söz edilebilir. Bunlardan biri şeylerin yapısına
öbürü ise şeylere ilişkindir. Birincisinde zihinden bağımsız bir özün varlığı
ikincisinde ise zihinden bağımsız somut
tikel ve görülmediğinde bile temel özelliklerini koruyan deney nesnelerinin varlığı kabul edilir.
İlkçağda kendiliğinden realizm vardı. Kendiliğinden realizmciler “tımarhaneden ya da idealist düşünürlerin okulundan çıkmamış her insan
çevresinde
bilinçten bağımsız bir dünya bulunduğunu bilir” cümlesini savunuyorlardı. Buna göre taşları
toprakları
ağaçları vb. var eden insan bilinci değildir. Çünkü bunlar dünya üstünde insan varolmadan önce de vardı. Dünya
milyarlarca yılını bu doğal varlıklarıyla yaşamıştır. Bu realizm anlayışı maddeci felsefenin
bilginin ve bilimin temellerini atmıştır.
Nesnel gerçeği gerçek saymama anlamındaki ortaçağ realizminin tohumları antikçağ Yunanlılarınca atılmıştır. Elea öğretisi
Platon ve Aristoteles bu anlamda realizmin kurucularıdır. Bu anlayışlara göre gerçek
bireysel olan değil
tümel olandır. Tümellerse ancak bireysellerde varolabilirler
kendi başlarına bir varlıkları yoktur. Eşeklik bir tümeldir ve ancak bireysel bir eşekle varolabilir. Gerçek olan
eşekler ( bireysellikler) değil
eşeklik (tümel)tir. Çünkü eşekliği ortadan kaldırın
dünyada eşek kalmaz. Eşek
varoluşunu eşekliğe borçludur. Bireysel eşeklerin varoluşları bulunduğu halde varlıkları bulunmamasına karşı
tümel eşekliğin varoluşu yoktur ama varlığı vardır. Gerçek “ bağımlı varoluşu değil
bağımsız varlığı olandır”. Dünyada bulunan bütün bireysellikler varlıklarını başka bir varlığa borçludurlar
bu yüzden gerçek değildirler. Tümellerse bağımsız varlıklardır
bu yüzden gerçektirler. Bu yüzdendir ki varoluşları bulunan bireysellikler gerçek değildirler
görüntüdürler; varoluşları bulunmayan tümellerse gerçektirler.
Eleacılık
Platon ve Aristoteles temeline dayanan ortaçağ realizmi bilimsel realizm anlayışına tümüyle ters bir anlam taşır ve nesnel gerçekliğin gerçek olmadığını asıl gerçekliğin
düşünce ürünleri (geneller
tümeller
evrenseller) olduğunu ileri sürer. Tümeller gerçektirler ve tümel nesneden önce gelir. Bu
şu demektir: eşekler gerçek değildir
eşeklik gerçektir ve eşeklik eşeklerden önce gelir. Bu realizm ****fizik kapsam içindedir. Tümelin nesneden önce geldiğini savunan düşünürlerin savları altında
Roma
Katolik kilisesinin evrensellik anlayışı yatar. Bundan başka Hıristiyanlık başta tanrı olmak üzere tümellere dayanır.
Ortaçağ düşünürlerinin bir kısmı da tümeller sorununa mantık açısından yaklaştılar. Nesnelerin yapıları ya da ortak özleri duyulur nesnelerde var olmaları açısından
zihninde var olmaları açısından ve kendi içlerinde varolmaları açısından üçlü bir bakışla ele alınmaya başlamıştır. Bu farklı yaklaşımlar içinde
şeylerin yapısı ya da özü
yalnızca zihinde varolan tümeller anlayışının gelişmesi için gerekli zemini hazırlamıştır. Bu yaklaşımı benimseyen görüşler ılımlı realizm adıyla nitelendirilir.
Descartes “düşünüyorum öyleyse varım” ile
yöntemli düşünmenin düşüncenin kendisinden kaynaklandığını göstererek
düşüncenin dışındaki maddi bir dünyaya felsefi olarak nasıl ulaşılabileceği sorununu gündeme getirdi. Böylece Descartes ve yarım yüzyıl sonra John Locke
duyumların dışsal bir kaynağı olduğunu kabul ettiler. Cambridge Platoncuları ise duyulur nesnelerin dışsal varlığını kabul etmekle birlikte
yeni-Platoncu bir anlayışla bilgi nesnelerine daha fazla ağırlık verdiler. 18. yüzyılda Berkeley bilginin dışında duyulur bir dünyanın var olamayacağını ileri sürerken
David Hume ile bilen özne de ortadan kalktı.
20. yüzyılın başlarında filozoflar
realizmin kendi düşünce sistemleri çerçevesinde Kantçı öznelciliğin ve genel olarak idealizmin karşıtı olarak kullandılar. Yeni-realizm ile bilinebilir nesnelerin bağımsızlığı savunulurken
bilme edimi içinde
monist bir yaklaşımla bilginin içeriğinin bilinen nesne ile sayısal açıdan eşit olduğu ileri sürüldü. Eleştirisel realizm yeni-realizmin bu monist tutumuna epistemolojik bir yaklaşımla karşı çıktı ve bilme ediminin nesnesi ile gerçek nesnenin
algılanma anında sayısal açıdan iki ayrı şey olduğunu ileri sürdü.
Rölativizm
Fizikte ölçümlerin ve fizik yasalarının
birbirlerine göre farklı hareket durumlarında bulunan gözlemciler bakımından değişebilirliğine ilişkin kavram. Klasik fizikte evrenin her yerindeki bütün gözlemcilerin
hareketli olsunlar olmasınlar özdeş uzay ve zaman ölçümleri yapacakları kabul edilir
hız ve uzaklık gibi nicelikler
birbirlerine göre düzgün hareket eden referans sistemlerinin birinden öbürüne Galilei dönüşümleri adı verilen işlemlerle taşınabilir. Buna karşılık
görelilik kavramına göre gözlemcilerin ölçümlerinde buldukları sonuçlar
göreli hareketlerine bağlıdır.
Rasyonalizm
Aklı bilgini temel kaynağı ve sınanabilirlik ölçüsü olarak kabul eden akım. Bilginin duyu verilerine dayalı deneylerden kaynaklandığını ileri süren (ampirizm) deneycilik karşıtıdır. Dünyanın akılsal bir düzen içerisinde bir bütün olduğu
Rasyonalizm
Rasyonalizm en açık biçimiyle bilgi felsefesinde dile getirilir. Buna göre bazı bilgilerin kaynağı apriori ya da deney öncesi ussal sezgileridir. Bilgi bu sezgilerin anlık tarafından kavranmasıyla ortaya çıkar. İnsan düşünme yetisiyle kavradıkları duyu verilerini aşan nesneler ya da tümeller ve bunların bağlantılarıdır. Her tümel bir soyutlamadır ve duyulara değilse de düşünceye açıktır. Mantık ve matematiğin tümü ile başka pek çok alanın bazı bölümleri bu tür bilginin kapsamına girer. Rasyonalizme göre zihnin ulaşabileceği en önemli ve kesin bilgi türü olan apriori bilgi hem zorunlu (başka bir yoldan elde edilmesi imkansız) hem de evrenseldir. Rasyonalizm etik ve din alanlarında da insanın düşünme yetisine öncelik verir. Buna göre iyiyle kötünün ayırt edilmesinde sonul yargı duygu
Realizm
Varlığın
Felsefi anlamda iki tür gerçeklikten söz edilebilir. Bunlardan biri şeylerin yapısına
İlkçağda kendiliğinden realizm vardı. Kendiliğinden realizmciler “tımarhaneden ya da idealist düşünürlerin okulundan çıkmamış her insan
Nesnel gerçeği gerçek saymama anlamındaki ortaçağ realizminin tohumları antikçağ Yunanlılarınca atılmıştır. Elea öğretisi
Eleacılık
Ortaçağ düşünürlerinin bir kısmı da tümeller sorununa mantık açısından yaklaştılar. Nesnelerin yapıları ya da ortak özleri duyulur nesnelerde var olmaları açısından
Descartes “düşünüyorum öyleyse varım” ile
20. yüzyılın başlarında filozoflar
Rölativizm
Fizikte ölçümlerin ve fizik yasalarının
S Dizini
Sansualizm
Bilginin duyumdan geldiğini savunan öğreti... Bu öğreti
zihnin bir tabularasa (boş bir kağıt) olarak görülmesinin sonucudur.
Duyumculuk bilgilerimizin usun uranı olduğunu savunan usçuluk ve doğuşumuzdan beri bizimle beraber bulunduğunu savunan doğuştancılık öğretilerine karşıt bir öğretidir. Bilginin deneyden geldiğini
savunan ampirizm
duyumcu bir temel üzerinden yükselmiştir.
Duyumculuk
antikçağ Yunan düşüncesinin bilgicilik akımıyla başlar. Protagaras’a göre bilgimizin tek kaynağı duyumdur. Duyumlarımızın dışında başka hiçbir bilgi edinilemez. Bunun içindir ki ilk neden’i araştırmak boşunadır.
“ insan her şeyin ölçüsüdür”. Atomav Demokritos
Epikuros gibi düşünürler de bu kanıdadırlar.
Duyumculuk temelde özdekçi bir öğretidir ve nesnel bir gerçekliğe dayanır. Çünkü
duyumlar
dış dünyanın nesnel gerçekliğin imgeleridir.
Bilgi kuramının ilk ve sağlam kanıtı
bilgilerimizin biricik kaynağının duyumlar olduğudur. İkincisi; duyum insana nesnel gerçeği bildirir. Üçüncüsü; sağlam ve kuşkulanamaz kanıt da
pek açık olarak şöyle dile gelir; Nesnel gerçek özdeksel yapıdadır.
Septisizm
Her tür bilgi savını şüpheyle karşılayan ve bunların temellerini etkilerini ve kesinliklerini irdeleyen tutum. Şüphecilik felsefe tarihi boyunca yerleşik kanılar ve inançları sarsmış felsefe
bilim ve özellikle dinde birçok anlayışın değişmesine ortam hazırlamıştır.
Antikçağda Thales’ten beri ortaya atılan felsefesel açıklamalarının çokluğu doğal olarak eleştiriyi ve şüpheyi gerektirmiştir. Antikçağ Yunan
bilgiciliğinin kurucusu Protagoras tarihsel süreçte ilk şüphelenen düşünürdür. Protagoras “ her şeyin ölçüsü insandır. Her şey bana nasıl görünürse benim için öyledir. Üşüyen için rüzgar soğuk
üşümeyen için soğuk değildir. Her şey için birbirine tümüyle karşıt iki söz söylenebilir” der. demek ki herkes için gerekli kesin ve mutlak bir bilgi edinmek sonsuzdur. Protagoras’ın şüpheciliği göreli şüpheciliktir.
Şüphecilik Elis’li Pyrrhon’la birlikte okullaşır. Bilgi sorununu sistematik olarak ilk inceleyen şüpheci Pyrrhon’dur.
Descartes’de bir şüphecidir. Onun şüpheciliğine yöntemli şüphe denir. Descartes
şüpheciliği kesin bilgiyi buluncaya kadar tüm bilgileri gözden geçirme anlamında bir yöntem olarak kullanmıştır.
Pyrrhon
Platon ve Aristoteles okulları arasında bir karşıtlığı sezmiştir ve bu karşıtlığı daha sonra Stoa ve Epikuras okullarında derinleşmesini izlemiştir. Bu gözlemleri Pyrrhon’a felsefe öğretilerine karşı güvensizliği ve bundan ötürü de şüpheyi aşılamıştır.
Pyrrhon’un şüpheciliği bu temel maddede açıklanabilir.
1) Nesnelerin gerçek yasası kavranılmaz.
2) Öyleyse nesneler karşı tutumuz yargıdan kaçınma olmalıdır
3) Ancak bu tutumlardır ki ruhsal dinginlik’e ulaşabilir.
Pyrrhoncular için gerçek mutluluk budur.
Soyutlama
Bir nesnenin herhangi bir yanını öbürlerinden ayırarak tek başına ele alan ansal işlem. Soyutlama
bir bilgi yöntemi olarak
insan zihninde yapılır. Ne var ki idealist soyutlama anlayışı ile diyalektik soyutlama anlayışı birbirinden tümüyle karşıttır. İdealist soyutlama
soyutlama sonucu olan kavram ve düşünceleri saltıklaştırır ve bunları nesnel gerçekliğin yerine koyar. Soyutlama
gerçekte
yeniden somuta varmak ve somut bütünü parçalarında da birbiri ile olan ilişkileri içinde tümüyle kavramak için kullanılan bir yöntem
bir araçtır. Soyutçuluk
bu amacı araçlaştırır ve somuta varmak amacını unutarak soyutta kalır. Felsefenin bütün yanlış sonuçları
bu aracı amaçlaştırmaktan doğmuştur. İnsanın karnını doğuran
ekmek düşüncesi
değil
ekmeğin kendisidir. Ekmek düşüncesini nasıl ekmek yerine koyamazsak
özdekten soyutlanan öz düşüncesini de özdeğin yerine koyamayız. Gerçekte soyutlama
bilme sürecinde zorunlu bir yöntemdir. İdealizme düşmeksizin gerçekleştirilen soyutlama
bilimsel soyutlamadır. Kavramlar
soyutlamalarla elde edilirler. Ama nesnel gerçeklerle denenir ve doğrulanırlar. Soyut kavram ve düşüncelerin hakikiliklerinin ölçütü insansal pratiktir. Soyutlamada aşırılığa varmaya ya da soyutlamaları kötüye kullanmaya soyutçuluk denir.
Sansualizm
Bilginin duyumdan geldiğini savunan öğreti... Bu öğreti
Duyumculuk bilgilerimizin usun uranı olduğunu savunan usçuluk ve doğuşumuzdan beri bizimle beraber bulunduğunu savunan doğuştancılık öğretilerine karşıt bir öğretidir. Bilginin deneyden geldiğini
Duyumculuk
“ insan her şeyin ölçüsüdür”. Atomav Demokritos
Duyumculuk temelde özdekçi bir öğretidir ve nesnel bir gerçekliğe dayanır. Çünkü
Bilgi kuramının ilk ve sağlam kanıtı
Septisizm
Her tür bilgi savını şüpheyle karşılayan ve bunların temellerini etkilerini ve kesinliklerini irdeleyen tutum. Şüphecilik felsefe tarihi boyunca yerleşik kanılar ve inançları sarsmış felsefe
Antikçağda Thales’ten beri ortaya atılan felsefesel açıklamalarının çokluğu doğal olarak eleştiriyi ve şüpheyi gerektirmiştir. Antikçağ Yunan
Şüphecilik Elis’li Pyrrhon’la birlikte okullaşır. Bilgi sorununu sistematik olarak ilk inceleyen şüpheci Pyrrhon’dur.
Descartes’de bir şüphecidir. Onun şüpheciliğine yöntemli şüphe denir. Descartes
Pyrrhon
Pyrrhon’un şüpheciliği bu temel maddede açıklanabilir.
1) Nesnelerin gerçek yasası kavranılmaz.
2) Öyleyse nesneler karşı tutumuz yargıdan kaçınma olmalıdır
3) Ancak bu tutumlardır ki ruhsal dinginlik’e ulaşabilir.
Pyrrhoncular için gerçek mutluluk budur.
Soyutlama
Bir nesnenin herhangi bir yanını öbürlerinden ayırarak tek başına ele alan ansal işlem. Soyutlama
T Dizini
Teizm
Evreni yaratan ve yöneten
vahiy yoluyla insanlara buyruklar veren bir tanrının varlığına inanır. Teizm deyimi usu ve iradesi olan kişisel bir tanrının varlığını ileri sürmekle vahyi inkar ederek herkesin kendi aklına tabi olmasını ileri süren teizmin Allah ile alemi bir sayan panteizmin
Allah’ı ve dini inkar eden ateizmin
çoktanrıcılığı kabul eden politeizmin karşısındadır. Bağnaz dinsel bir felsefe öğretisidir
bilimi yadsır. Tanrıya insansal duygular yükleyen biçimine kişisel teizmin
tanrıyı tüm nesneleri nedeni sayan biçimine ussal teizm denir.
Töz
(Cevher)
İnsan düşüncesinde nitelikleri sürekli değişebilmek ile birlikte kendisi ve özü hiç değişmeyen
niteliklerin taşıyıcısı olan
değişen yüklemlere desteklik eden değişmez gerçeklik.
John Locke
“ niteliklerin yalnız başlarına var olmakta devam etmelerini kavrayamıyoruz. Zorunlu olarak bunlara destek olan başka bir şeyin var olması gerektiğini düşünüyoruz. Destek olan bu şeyin de birçok nesnelerde bulunduğunu varsayıyoruz
işte bu ortak desteğe Töz adını veriyoruz...” demiştir. Descartes de şöyle demektedir: “tözü düşündüğüm zaman
var olmak için kendinden başka hiçbir şeyin varlığına muhtaç olmayan bir şeyi düşünüyorum. Açık söylemek gerekirse böyle olan yalnız Tanrı’dır.” Hollandalı Yahudi düşünürü Spinoza da şöyle diyor: “töz sözcüğünden
kendiliğinden ve kendisi için var olanı anlıyorum. Bu kavramın meydana gelmesi için başka bir kavrama ihtiyaç yoktur...”
İslam düşünürlerine göre töz
ya kendi özünden dolayı ya da kendi başına vardır. Kendi özünden dolayı varolan
varolması için hiçbir şey gerekmeyen cevher Tanrı’dır. Kendi başına var olan ise varolmak için başka bir şeyde bir başına var olan ise varolmak için başka bir şeyde bulunmayan
başka bir şeye dayanmayan bağımsız olan tözdür. Bu anlamda Tanrı dışındaki nesnelerde tözdür. Bu düşünürlere göre soyut tözler başlangıçsız
maddi tözler ise yaratılmıştır.
Tümevarım
Tekil ve tikelden tümeli
özelden geneli çıkaran uslamlama yöntemi... Francis Bacon
bilimsel araştırma yönteminin felsefesel içeriğini saptayarak tümevarımı şöyle tanımlamıştır: “bilmek için sınamak
gözlemlemek
olayları çözümlemek ve sonra ayrı olaylardan genellemeler yapmak ve sonuçlar çıkarma yöntemi” . tümevarım yöntemi
bilimsel önemini 17. ve 18. yüzyıllarda kazanmış ve Francis Bacon
Galile
Newton ve John Stuart Mill’in katkılarıyla bir hayli gelişmiştir. Bugün iki türlü tümevarım ayırt edilmektedir: Bir sınıfa giren bütün öğelerin incelenmesi sonucu olan tam tümevarım
bütün öğelerin incelenemeyeceği durumlarda zorunlu olarak başvurulan ve çok sayıda öğenin incelenmesiyle yetinen eksik tümevarım. Eksik tümevarımlarda varılan sonuç belkili bir sonuçtur. Örneğin birçok kedinin kuyruklu olduğuna bakarak bütün kedilerin kuyruklu olduğu yolunda tümevarımsal bir sonuç çıkarırız
ne var ki Man adalarında yaşayan kediler kuyruksuzdur. Bu yüzden “bütün kediler kuyrukludur” dememiz daha doğru olurdu.
Deneysel bilimler
olaylardan yasalara götüren bir yöntem olan tümevarım yöntemini kullanırlar
tümdengelimi kullanırlar . örneğin bir buz parçasının ateş üstünde eridiğini birçok kez görsek “ateş buzu eritir” tümevarımını uslamlarız. Bilim
şöyle bir tasımlama yaparak bunu yasalaştırır: birinci öncüle nedensellik ilkesini koyar ve “ aynı nedenler aynı koşullarda aynı sonuçlar verir” der. İkinci öncüle deneylerimizin sonuçlarını yerleştirir ve “ateş buzu eritir” der. Sonra bu sonucu tümelleyip bilimsel bir yasa haline getirir ve “ısı her zaman buzu suya dönüştürür” der. Bu yasayı bilimsel olarak ortaya koyan
görüldüğü gibi
nedensellik ilkesidir
sadece gözlemlerimiz ve deneylerimiz değildir
Diyalektik materyalizm
tümevarımla tümdengelimi
bilgi sürecinin
birbirlerini belirleyen ve kopmaz bir bağımlılık içinde bulunan yanları olarak görür; ayrı ayrı yeterli bulmaz ve bunlardan birinin saltıklaştırılmasına karşıdır. Tümevarımla tümdengelimin bağımlılığı
kuramla kılgının bağımlılığı gibidir. Deneysel verilerden kuramsal sonuçlar çıkarılırken (tümevarım) o kuramsal sonuçları deneyleyerek (tümdengelim) doğrulamak gerekir.
Tümdengelim
Tümelden tikeli ve genelden özeli çıkaran uslamlama yöntemi... Tümdengelim
doğru olan ya da doğru olduğu sanılan önermelerden zorunlu olarak çıkan yeni önermeler türetir. Öncüller doğruysa sonuç da mantıksal bir zorunlulukla doğrudur. “Örneğin: insan ölümlüdür
Ahmet insandır öyleyse Ahmet de ölümlüdür” tasımı
tümden gelen bir tasımdır. Bütün insanların ölümlü oldukları doğruysa Ahmet de bir insan olduğuna göre Ahmet’in de ölümlü olması zorunludur
başka türlü olamaz.
Deneysel bilimin
tümevarımcı bilgi yönteminin kurucusu Francis Bacon deneye başvurmadığı
salt düşünsel bir uslamlama olduğu için tümdengelimi yadsımıştır. Buna karşıt Hegel
tersine
ancak tümdengelenin gerçek olduğunu
bireyselden yola çıkılarak tüme varılamayacağını savunmuştur. Ona göre idealizm için tek geçerli yöntem
tümdengelim yöntemidir.
Tümdengelim ve tümevarım yöntemleri
tümelle tikel (genelle özel) arasında sıkı bir ilişki gören ve bu ilişkiyi en doğru şekilde ortaya koymanın yollarını araştıran Aristoteles’in buluşudur. Genelden özele inen tümdengelim yöntemiyle özelden genele çıkan tümevarım yöntemi 17. yüzyıldan itibaren bir hayli gelişmiştir. Özellikle bu iki yöntem arasındaki bağlılık
ikisinin birlikte kullanılması diyalektik mantıkta gerçekleşmiştir.
Teizm
Evreni yaratan ve yöneten
Töz
(Cevher)
İnsan düşüncesinde nitelikleri sürekli değişebilmek ile birlikte kendisi ve özü hiç değişmeyen
John Locke
İslam düşünürlerine göre töz
Tümevarım
Tekil ve tikelden tümeli
Deneysel bilimler
Diyalektik materyalizm
Tümdengelim
Tümelden tikeli ve genelden özeli çıkaran uslamlama yöntemi... Tümdengelim
Deneysel bilimin
Tümdengelim ve tümevarım yöntemleri
U Dizini
Utulitarizm
Etikte bir eylemin doğruluğunu etkilediği kişilere getirdiği mutlulukla ölçen görüş.
İngiliz düşünürleri Jeremie Bentham’ın temellerini atıp John Start Mill’in geliştirdiği utilitarizm öğretisine göre ahlakın ölçütü yarardır. Mill “felsefenin doğuşundan beri düşünürlerin en üstün “iyi”nin ne olduğunu aradıkları ve bunu Bentham’la birlikte bulduğunu savunur. Ve en üstün iyi yarardır ve iyiyi kötüden ayırmak için yararlı olup olmadığına bakılmalıdır der.
Utilitarizm herhangi bir eylemin yalnızca o eylemde bulunan kişiye değil herkese yarar sağlanmasına doğruluk ölçütü olarak alır.
Bentham ve Mill’e göre mutlak iyi haz duygusunun acıya yalnızca yararlılık ilkesi ışığında yorumlandıklarında anlamlıdır. İnsan davranışının tek amacı haz duygusunu arttırmak olduğunda herhangi bir davranışın doğruluğunun ya da gerekliliğinin belirlenmesinde alınacak ölçüt de bu mutluluk hedefi açısından yararlıdır. En çok sayıda kişiye en yüksek düzeyde mutluluk” sağlayacak eylem özellikle yaşama alanında önemli rol oynar. Yasa koyucu toplumdaki bireyler en üst düzeye çıkarmaya çalışır. Benzer biçimde bireyin öbür topluluk üyelerine zarar vermesini engellemek için de caydırıcı cezalar belirler. Bu ceza kötüdür fakat daha büyük bir kötülüğü önlediğinden yaralı görülebilir.
Utulitarizm
Etikte bir eylemin doğruluğunu etkilediği kişilere getirdiği mutlulukla ölçen görüş.
İngiliz düşünürleri Jeremie Bentham’ın temellerini atıp John Start Mill’in geliştirdiği utilitarizm öğretisine göre ahlakın ölçütü yarardır. Mill “felsefenin doğuşundan beri düşünürlerin en üstün “iyi”nin ne olduğunu aradıkları ve bunu Bentham’la birlikte bulduğunu savunur. Ve en üstün iyi yarardır ve iyiyi kötüden ayırmak için yararlı olup olmadığına bakılmalıdır der.
Utilitarizm herhangi bir eylemin yalnızca o eylemde bulunan kişiye değil herkese yarar sağlanmasına doğruluk ölçütü olarak alır.
Bentham ve Mill’e göre mutlak iyi haz duygusunun acıya yalnızca yararlılık ilkesi ışığında yorumlandıklarında anlamlıdır. İnsan davranışının tek amacı haz duygusunu arttırmak olduğunda herhangi bir davranışın doğruluğunun ya da gerekliliğinin belirlenmesinde alınacak ölçüt de bu mutluluk hedefi açısından yararlıdır. En çok sayıda kişiye en yüksek düzeyde mutluluk” sağlayacak eylem özellikle yaşama alanında önemli rol oynar. Yasa koyucu toplumdaki bireyler en üst düzeye çıkarmaya çalışır. Benzer biçimde bireyin öbür topluluk üyelerine zarar vermesini engellemek için de caydırıcı cezalar belirler. Bu ceza kötüdür fakat daha büyük bir kötülüğü önlediğinden yaralı görülebilir.
güzel bilgi..
YanıtlaSil