Sitemizi Facebook'ta Beğenmek İster misiniz?

25 Mayıs 2011 Çarşamba

Osmanlı Kültür - Medeniyeti


A. OSMANLILARDA DEVLET ANLAYIŞI
Osmanlı devlet yönetiminde, Orta Asya Türk geleneğinin ve sonraki Türk - islâm devletlerinin etkileri olmuştur. Osmanlı Dev­leti, Türk gelenekleri ve islâm dininin kurallarına göre yönetilmiş­tir.

Padişahlık Kurumu
Osmanlı Devleti'nin başında "padişah" bulunuyordu. Padişah­lar yönetim, ordu, maliye ve hukuk konularında geniş yetkilere sahiplerdi. Devletin mutlak hakimi durumundaydılar. Padişah Osmanlı hanedanına mensuptu. Osman Gazi'nin soyundan ge­len ailenin erkek bireyleri, saltanat makamına geçiyorlardı. Sal­tanatın Osmanlı ailesine ait olduğu anlayışı, devletin yıkılışına kadar devam etmiştir.

XVII. yüzyıla kadar, devletin başına kimin geçeceği konusunda bir düzenleme yoktu. Eski Türk geleneklerinden kaynaklanan "Ailenin bütün erkek bireyleri, taht üzerinde hak sahibidir." anlayışı geçerliydi.
Osmanlı egemenlik anlayışında başlangıçta "Ülke, hanedan üyelerinin ortak malıdır." anlayışı geçerliydi, l. Murattan iti­baren "Ülke, hükümdar ve oğullarının malıdır." anlayışı ge­çerlilik kazandı. Osmanlılar birçok Türk devletinden ayrı olarak "ülkenin ve hakimiyetin bölünmezliği ilkesi"ni bastan itibaren benimsediler.

XVII. yüzyıl başlarında I. Ahmet yaptığı düzenlemeyle, tahta Osmanlı ailesinin en yaşlı ve olgun olanının geçmesi yöntemi­ni getirdi (Ekber ve Erşed sistemi).

Osmanlı Devleti kurulduğunda küçük bir beylik olduğundan dev­letin başında "bey" ya da "gazi" denilen bir hükümdar vardı. "Sultan" unvanı ilk defa l. Murat tarafından kullanıldı. Bundan başka "han", "hakan", "hünkâr" gibi unvanlar da kullanılıyor­du. 1774 Küçük Kaynarca Antlaşması'nda da ilk defa "halife" unvanı kullanıldı. II. Murat'tan itibaren hükümdarlara "padişah" denildi.

Devlet yönetiminde padişahların çok geniş yetkileri vardı. Dev­let adamlarının görüşlerine başvurulsa bile, son karar padişaha aitti. Padişahın emirleri kanun sayılırdı. Ordulara komuta etmek, büyük devlet adamlarını tayin etmek ve gerekli durumlarda diva­na başkanlık yapmak padişahın görevleri arasında yer alıyordu.

Padişah islâm dininin koyduğu hukuk kurallarıyla çelişmeyecek şekilde, kural koyma yetkisine sahipti. Padişahın bu yetkisi ve koyduğu kurallar örfe dayanmaktaydı. Padişahın koyduğu kural­lar, "ferman" denilen belgelerle ilgililere gönderilirdi. Örf kavra-mı, yasama ve yürütmeyi içine alıyordu.

XIX. yüzyılda Tanzimat Fermanı ve Meşrutiyetle padişahların yetkileri yeniden düzenlendi. Fakat padişahlar, mutlak ege­menlik hakkını kullanmayı sürdürdüler

Şehzadeler
Padişahların erkek çocuklarına "şehzade" deniliyordu. Şehza­deler küçük yaşlarda sancaklara gönderilir, askerlik ve yönetim alanlarında yetiştirilirlerdi. Şehzadelerin yanında "Lala" adı ve­rilen tecrübeli bir devlet adamı görev yapardı. XVI. yüzyılın son­larında şehzadelerin sancaklara gönderilmesi uygulamasına son verildi. Şehzadeler sarayda yetiştirilmeye çalışıldı. Bu yeni uygulama, şehzadelerin devlet yönetimiyle bağlantılarının kesil­mesine ve tecrübesiz bir şekilde tahta çıkmalarına yol açtı.

B. MERKEZ TEŞKiLATI
Osmanlı merkez teşkilatı, padişahın mutlak egemenliğini ger­çekleştirmeye yönelik olarak kuruldu. Hükümet, eyaletlerin yö­netimi ve ordu doğrudan padişahın şahsına bağlı olarak teşkilat­landırılmıştı. Osmanlı yönetim teşkilatının merkezinde padişah ve saray teşkilatı vardı.

1. İstanbul'un Yönetimi
Başkent olmasından dolayı istanbul'un yönetimi ayrıca düzen­lenmişti. Şehrin genel düzen ve güvenliği doğrudan sadrazamın sorumluluğundaydı. Sadrazam, sefere çıktığında istanbul'la ilgi­lenmek üzere bir Sadaret Kaymakamı bırakırdı. Şehrin güven­liği, yeniçeri ağası, subaşı ve asesbaşı tarafından sağlanırdı. Belediye hizmetlerinden şehremini, adalet işlerinden taht kadı­sı sorumluydu. Sivil kuralları çiğneyen yeniçeriler ve diğer as­kerler arasında düzeni Muhzır Ağa sağlardı, istanbul'daki her türlü ticaret faaliyetlerinin denetlenmesi "muhtesib" in göreviy­di.

2. Divan-ı Hümayun
Merkez teşkilatının temeli Divan-ı Hümayun'du. Osmanlılarda ilk Divan, Türkiye Selçukluları örnek alınarak Orhan Bey zamanın­da oluşturuldu. O dönemde hükümdar, vezir ve Bursa kadısı Di­van toplantılarına katılıyordu. Fatih'e kadar, Divan toplantılarına padişah başkanlık etti. Fatih'ten itibaren Vezir-/ azamlar bu gö­revi üstlendiler. Padişahlar, Divan toplantılarını "kasr-ı adi" de­nilen pencereden izlediler.

Divan'da siyasi, idari, askeri, örfi, şer'i, adli ve mali konular ile şikayet ve davalar görüşülerek karara varılırdı. Alınan kararlar sadrazam tarafından padişahın onayına sunulurdu. Divan'da, padişahın yetkilerini kullanmak üzere görevlendirilmiş olan üç kolun temsilcileri yer alıyordu. Bunlar; seytiye, ilmiye ve kalemiyedir.

Divan Üyeleri ve Görevleri Vezir-i Azam (Sadrazam):
Padişahtan sonra en yetkili kişidir. Padişahın mutlak vekili sayı­lır ve padişahın mührünü taşırdı. Orhan Bey zamanında ilk defa vezir tayin edildi. Zamanla sayıları artınca, birinci vezire "Vezir-i azam" adı verildi. Vezir-i azam, büyük devlet memurlarının tayi­ni ve görevden azlinden sorumluydu. Padişah sefere çıkmazsa "Serdar-ı ekrem" unvanıyla ordunun başında bulunurdu. Vezir-i azamlar önce Paşakapısı, daha sonra Babıali'de oturdular.

Vezirler:
Çeşitli devlet işlerinde yetişmiş kişilerdi. Devlet işlerinde görüş­lerine başvurulur ve vezir-i azamın verdiği işleri yaparlardı. XVI. yüzyıl sonlarında sayıları yediye çıkmıştı.

Kazaskerler:
1362'de /. Murat, ilk defa kazasker tayin etti. Sayıları Fatih za­manında ikiye çıktı. Divan'da büyük davalara bakmak, kadı ve müderrislerin tayinlerini yapmak ve görevden almak kazaskerle­rin göreviydi.

Defterdarlar:
Osmanlı Devleti'nde maliyenin başında bulunan, gider ve gelir­lere bakan görevlidir. Başlangıçta bir tane iken, sınırların geniş­lemesiyle sayıları üçe çıktı. Bunlar başdefterdar, Anadolu def­terdarı ve şıkk-ı sanidir.

Nişancı:
Padişah fermanlarına tuğra çekmekle ve devletin arazi kayıtları­nı tutmakla görevliydi.

Reisülküttap:
Nişancıya bağlı olarak bürokrasiyi düzenlerdi. Divan üyesi olmamasına rağmen, tecrübesinden dolayı önemi büyüktü. Divanda verilen kararları tamamlamak, fermana uygun emirleri yazmak, padişah ve vezir-i azama gelen mektupları tercüme ettirerek ce­vaplar hazırlamak görevleri arasındaydı. Bütün bu işleri, kendi­sine bağlı kalemlerle yapardı. Bu kalemler beylikçi kalemi, tahvil kalemi, ruus kalemi ve amedi kalemiydi. XVIII. Reisülküttap yüz­yıldan itibaren dışişlerinin sorumlusuydu.

Yeniçeri Ağası:
Yeniçeri Ocağı'nın en büyük komutanıydı. Vezir rütbesinde ise Divan'daki görüşmelere katılırdı.

Kaptan-ı Derya:
Donanma ve denizcilikten sorumluydu. XVI. yüzyılda divan üye­si durumuna gelmiştir.

Müftü (Şeyhülislam):
Divan'da alınan kararların islâmiyet'e uygunluğuyla ilgili "fetva" verirdi. Müftü, XVIII. yüzyıldan itibaren Şeyhülislam adını almış­tır.

Divan-i Hümayun'da alınan kararların yürürlüğe girmesi, padişahın onayına bağlıydı.

Merkez Teşkilatında Değişiklikler

XVI. yüzyılın sonlarına doğru Divan-ı Hümayun'un önemi azal­maya başladı. XVIII. yüzyılda devlet işleri tamamen sadrazama bırakıldı. Sadrazamların güçlenmesiyle Divan-ı Hümayun, Babı­ali'de toplanmaya başladı. Babıali artık Osmanlı Hükümeti anla­mına kullanılmaya başladı.

Devletlerarası ilişkilerin artmasıyla reisülküttablık, dış ilişkileri yürüten bir makam durumuna geldi.

XIX. yüzyılda merkez teşkilatında önemli gelişmeler oldu. II. Mahmut, Divan-ı Hümayun'u kaldırarak yerine Heyet-i Vüke-lâ'yı oluşturdu. Bugünkü anlamda bakanlıklar oluşturuldu. Yeni meclisler ve komisyonlar kuruldu.

Tanzimat Dönemi'nde düzenlemeler devam etti. Meclis-i Vâlâ-i Ahkâm-ı Adliye yeniden düzenlendi. Yenilikler bu mecliste planlandı. 1854'te Meclis-i Âli-i Tanzimat, 1868'de Şura-i Devlet (Danıştay) kuruldu. Tanzimat döneminde kara kuvvet­leri komutanlığı durumunda olan "Seraskerlik" oluşturuldu.

l. Meşrutiyetle birlikte Meclis-i Ayan ve Meclis-i Mebusan oluş­turuldu. Yürütme gücüne sahip olan padişah, sadrazam ve ba­kanları seçerdi. Hükümet de padişaha karşı sorumluydu. 1908'de II. Meşrutiyet'in ilanıyla, yeniden Meclis açıldı. Kanun-u Esasi'nin meclis - hükümet ilişkilerine yeni düzenlemeler getirildi. 1912'den sonra siyasi partiler faaliyete geçti ve parti hükümetleri kuruldu.

C. TAŞRA TEŞKiLATI
1. Osmanlı Kuruluş Devri'nde Taşra Teşkilatı
Osmanlı Devleti kuruluşunun ilk dönemlerinde tek merkezden yönetiliyordu. Temel idare birimi de "Sancak"tı. Sancakların başında sancakbeyi bulunuyordu. Sivil yönetici olarak kadılar görev yapıyordu. Sınırların genişlemesi sonucunda yönetim yö­nünden eyaletler oluşturuldu, l. Murat döneminde (1362 -1389) Rumeli Beylerbeyliği, Yıldırım Bayezid döneminde (1389 -1402) Anadolu Beylerbeyliği oluşturuldu. Eyaletlerin başında "beylerbeyi" denilen yöneticiler vardı.

2. XVI. Yüzyıldan itibaren Taşra Teşkilatı a. Askeri ve idari Teşkilat:
XVI. yüzyılda Osmanlı Devletinin sınırları çok genişledi. Yeni eyaletlerin de oluşturulmasıyla eyaletler, yönetim bakımından üçe ayrıldı.

I. Merkeze Bağlı Eyaletler:  
Timar sisteminin uygulandığı eyaletlerdi. Bu eyaletlere salyane->iz (yıllıksız) eyaletler deniyordu. Bu eyaletlerin gelirleri dirlikle-e ayrılarak görevlilere verilirdi.

II. Özel Yönetimi Olan Eyaletler:
Bunlar. tımar sisteminin uygulanmadığı, vergilerin iltizam yöntemiyle yıllık olarak toplandığı eyaletlerdi. Bu yıllık olarak alınan sergiye, "saliyane" denirdi.

III. İmtiyazlı Eyaletler:
İç işlerinde serbest, dış işlerinde Osmanlı Devleti'ne bağlı olan hükümetlerdi. Bunlar: Kırım Hanlığı, Eflâk Beyliği, Boğdan Bey­liği. Erdel Beyliği, Hicaz Emirliği, Raguza ve Sakız Cumhuriyet­leriydi. Bunların yöneticileri kendi soyluları arasından padişah tarafından tayin edilirdi. Bu hükümetler savaş zamanlarında kuvvetleriyle Osmanlı ordusuna katılır ve her yıl düzenli bir şe­kilde vergi öderlerdi (Hicaz ve Kırım hariç).

b. Kazai - idari Teşkilat:
Sancaklar "kaza" denilen idari birimlere ayrılmıştı. Kazaların başında yönetici olarak kadı bulunurdu. Kadı her türlü idari işle­mi yargı denetiminde tutuyordu, kadılar:

-Merkezden gönderilen emirlerin halka ulaşmasını sağlarlardı.

-Mahkemeye intikal eden davaları sonuçlandırırlar, nikah, şir­ket kurulması gibi işlemleri onaylarlardı ,Y Reayanın istek ve şikayetlerini Divana ulaştırırlardı,

-Her türlü belgeyi onaylarlardı (noterlik).

-Vergilerin adaletli bir şekilde toplanmasını, toplanan vergile­rin merkeze gönderilmesini sağlarlardı.

c. Diğer Görevliler: Taşra teşkilatında beylerbeyi, sancakbeyi ve kadılar dışında, bunlara bağlı olarak görev yapan Muhtesip. Kapan Emini. Beytülmal Emini, Gümrük ve Bac Emini gibi gö­revliler vardı. Bu görevliler, hazineden ücret almazlardı. Reaya­ya gördükleri hizmetler karşılığında, kanunlarda belirtilen vergi, resim ve harçları alıyorlardı.

d. Mahalli Teşkilat
Mahalle Teşkilatı:
Şehirleri meydana getiren mahalleler, genellikle dini kurumların veya pazarların etrafında oluşmuştu. Mahallede mahalle imamı, hükümetin temsilcisi olarak görev yapar, padişah emirlerini hal­ka duyururdu.

Köy Teşkilatı:
Osmanlı Devleti nde en küçük yerleşim ve yönetim birimi köydü. Köy, köy ihtiyar heyeti ve bu heyetin başında bulunan köy ket­hüdası tarafından yönetilirdi Köylerde bazen kadının temsilcisi, naip bulunurdu.

Esnaf Teşkilatı:
Osmanlı toplumunda esnaf, lonca denilen bir teşkilata üyeydiler Her esnaf kendi mesleğiyle ilgili bir loncaya üye olur, loncanın denetimine girer, imkânlarından yararlanırdı. XIII. ve XIV. yüzyıl-lardakı Ahi hareketlerinin devamı olan loncalar yönetim örgütü içinde önemli bir birim olarak yer aldı. Başlangıçta bütün din mensupları aynı loncada yer alırken, daha sonra XVI. yüzyılda loncalar ayrıldı.

Loncaların Görevleri:
•Üye sayısını, malların kalitesini ve fiyatını belirlemek

•Esnaf ile hükümetin ilişkilerini düzenlemek

" Üyelerinin zararlarını karşılamak ve kredi vermek

•Çalışamayacak durumdaki üyelerini korumak

•Esnaflar arasındaki haksız rekabeti önlemek

Cemaat İdareleri:
Osmanlı Devleti'nde "cemaat" kavramı, Türk ve Müslümanlar dı­şında kalan Hristiyan ve Museviler için kullanılmış Ermeni, Rum ve Yahudi cemaati şeklinde isimler verilmiştir. Devlet bunları zımmi olarak değerlendirmiş ve can. mal güvenliklerini garanti altına almıştır. Zımmilerin kendi iç düzenleri ve geleneklerini de­vam ettirmelerine imkân sağlanmıştır.

Cemaatlerin başkanı kendi din adamlarıydı. Rum Patriği, Erme­ni Patriği ve Yahudi Hahambaşısı gibi din adamları, kendi cema­atlerinin devlete karşı temsilcisi durumundaydılar.

3. Taşra Teşkilatındaki Değişmeler
XVIII, yüzyıldan itibaren taşra teşkilatı bozulmaya başladı. Eya­let ve sancaklar arpalık olarak yüksek görevlilere verilmeye başladı. Bu yolla göreve gelen beylerbeyi ve sancakbeyleri gö­rev yerlerine gitmeyip vekil gönderdiler. Önceleri "müsellim" sonradan "mütesellim" denilen bu vekiller, başlangıçta beyler­beyi ve sancakbeylerinin maiyetindeki kişilerdi. Daha sonradan "ayan" ve "eşraf" tan kişiler bu görevlere getirildi. Ayanlar gi­derek güçlendiler ve yönetimle çatışmaya başladılar. Tımar sisteminin bozulmasıyla, vergiler yetersiz kaldı. Bu durum yeni vergilerin konulmasında ve eski vergilerin artırılmasında et­kili oldu.

Tanzimat döneminde (1839 - 1876) 1842'de idare teşkilatı de­ğiştirildi, iltizam kaldırıldı. Kaza birimleri oluşturularak başına kaza müdürlerinin atanması kabul edildi. Kaza müdürlerinin atanmasında, halkın isteğinin de dikkate alınması kararlaştırıldı. Eyaletlerde eyalet yöneticilerinin katılımıyla "Büyük Meclis" denilen meclis kuruldu. Sonradan bu meclise "Eyalet Meclisi" denildi. Sancakların yönetimi kaymakamlara verildi. Güvenlik için zaptiye teşkilatları kuruldu.

1864 yılında Vilayet Nizamnamesi ile taşra yönetim birimleri vi­layet, liva (sancak), kaza, köy şeklinde birimlere ayrıldı. 1871'de köy ile kaza arasında nahiyeler oluşturuldu. Sancaklarda mutasarrıflar, kazalarda kaymakamlar yönetici oldular. Nahiyelerin başına seçimle belirlenen nahiye müdürle­ri getirilmesi kararlaştırıldı.

OSMANLI DEVLETİ'NDE HUKUK
Osmanlı Devleti'nde hukuk; Şer'i ve Örfi hukuk olmak üzere iki temele dayanıyordu. Şer'i hukukun kaynağını: Kuran, hadisler, sünnet, icma ve kıyas oluşturuyordu. Örfi hukukun kaynağını ise. anlaşmazlıklara karşı çıkarılan padişah fermanları oluşturu­yordu. Örfi hukukun Şer'i hukuk kurallarına ters düşmemesine özen gösterilmiştir.

OSMANLI ASKERi TEŞKiLATI
1. Kuruluş Devri'nde Osmanlı Asker; Teşkilatı
Osmanlı askeri teşkilatında Türkiye Selçukluları, ilhanlılar ve Memlüklerin etkisi görülmektedir. Osmanlı Devleti nin ilk zaman­larında fetihler, aşiret kuvvetleri, gönüllüler, Alperenler ve akın­cılar tarafından yapılıyordu. Fakat bu kuvvetler kale kuşatmala­rında yetersiz kalıyor ve kuşatmalar çok uzuyordu. Özellikle Bursa kuşatmasının çok uzun sürmesi üzerine, düzenli orduya geçilmesi ihtiyacı doğdu.

Orhan Bey zamanında ilk düzenli birlikler olarak "yaya" ve "müsellem" orduları kuruldu. Yayalar piyade, müsellemler de atlı birliklerdi

Osmanlıların Rumeli'ye geçişiyle birlikte bu kuvvetler de yeterli olmadı. Bunun üzerine I. Murat döneminde "Yeniçeri Ocağı" kuruldu.

2. Yükselme Devri'nde Osmanlı Askeri Teşkilatı
Osmanlı askeri teşkilatı, kara ve deniz kuvvetleri olarak iki bö­lümden oluşuyordu.

Kara Ordusu
Osmanlı Devleti'nin kara ordusu üç bölümden meydana geliyordu.

I. Kapıkulu Askerleri
Osmanlı Devleti'nde Rumeli'deki fetihlerle birlikte daha çok as­kere ihtiyaç duyulunca savaş esirlerinin alınmasıyla Yeniçeri Ocağı oluşturuldu. Savaş esirleri daha sonraki dönemlerde ihti­yacı karşılamayınca II. Murat döneminde "devşirme" yöntemi uygulanmaya başladı. Kapıkulu Ocakları zamanla hem ordu­nun, hem de yönetimin önemli bir kolu oldu. Devşirilen Hristiyan çocuklar, önce Müslüman bir ailenin yanında eğitilir, daha son­ra Acemi Oğlanlar Ocağı nda yetiştirilirdi. Devşirmeler, hem sarayda, hem de askeri birliklerde görev yapıyorlardı. Kapıkulu askerleri, istanbul'da veya sınır boylarındaki kalelerde otururlar, görevleri karşılığı devletten üç ayda bir ulufe denilen maaş alır­lardı. Kapıkulu askerleri piyade ve süvari şeklinde iki bölümden oluşuyordu:

a. Kapıkulu Piyadeleri
Acemi Oğlanlar Ocağı: Kapıkulu Ocaklarına asker yetiştirmek amacıyla kurulmuştu. Devşirme yoluyla toplanan Hıristiyan ço­cuklar. Türk ailelerinin yanında yetiştikten sonra Acemi Oğlanlar Ocağı'na alınırlardı

Yeniçeri Ocağı: Kapıkulu askerleri içinde en çok bilinen ve en itibarlı ocaktı. Yeniçeriler, savaş olmadığı zamanlarda Divan muhafızlığı yaparlar, istanbul'da güvenliği sağlarlar ve sınır boy­larındaki kalelerde üç yıl koruyucu olarak kalırlardı Padişah, ilk defa tahta çıktığında yeniçerilere "cülus bahşişi" dağıtırdı. Ye­niçeriler, emekli olmadan evlenmezler ve askerlikten başka bir işle uğraşmazlardı

Cebeci Ocağı: Yeniçerilerin, silahlarının yapımı ve onarımıyla görevliydi.

Topçu Ocağı: Top dökmek ve topçuluğa gerekli malzemeleri hazırlamak görevini yerine getiriyordu

Top Arabacıları: Top arabalarını yapar ve topları taşırlardı

Humbaracılar: Havan denilen topları ve humbara adı verilen e! bombalarını yapar ve kullanırlardı

Lağımcılar: Kale kuşatmalarında fitil döşeyerek kaleyi yıkma işini yaparlardı.

b. Kapıkulu Süvarileri
Kapıkulu askerlerinin atlı sınıfını oluştururlardı Yeniçeriler ara­sından seçilirler ve ulufe alırlardı Fakat derece ve ulufe yönün­den yeniçerilerden üstün idiler. Altı bölükten meydana gelen sü­varilerden sipahi ve silahtarlar, savaşta padişahın çadırını, sağ ve sol ulufeciler saltanat sancaklarını, sağ ve sol garipler de or­dunun ağırlıklarıyla hazineyi korurlardı

II. Eyalet Askerleri (Tımarlı Sipahiler)
Eyalet askerleri, tımarlı sipahilerden oluşuyordu. Dirlik sistemine göre, sipahiler topladıkları vergilere karşılık devlete asker yetiş­tiriyorlardı. Tımarlı sipahiler, Osmanlı ordusunun en büyük, en

güçlü ve hareketli birlikleriydi. Dirlik sahiplerinin yetiştirmek zo­runda olduğu, atı ve silahı olan. savaşa hazır durumda bulunan askerlere cebelü denirdi. Tımarlı sipahiler tamamen Türklerden meydana geliyordu. Diğer zamanlarda kendi işleriyle uğraşan tı­marlı sipahiler, sefer emri geldiğinde savaşa giderlerdi. Kanuni döneminde 12 bin yeniçeriye karşılık, 100-150 bin ka­dar tımarlı sipahi vardı.

III. Bağlı Beylik Ve Ülkelerin Kuvvetleri
Savaş zamanlarında Kırım. Eflak ve Boğdan askerleri de Os­manlı ordusunda görev yaparlardı. Bunlar içinde en önemlisi Kı­rım kuvvetleriydi. Zamanla akıncı birliklerin yerini de alan Kırım kuvvetleri, vurucu güç olarak görev yapıyorlardı,

Osmanlı Donanması
Orhan Bey devrinde Karamürsel'de tersane kuruldu (1327). Osmanlı Devleti. Karesioğullarmın topraklarını aldıktan sonra bir donanmaya sahip oldu. 1350'lerde de Edincik deniz üssü kurul­du, l, Bayezid döneminde de Gelibolu tersanesi yapıldı Os­manlı denizciliği Fatih'in 400 parçalık bir donanma oluşturma-sıyla daha da güçlendi.

Kanuni devrinde Barbaros Hayrettin Paşa'nın Osmanlı hizmeti­ne girmesiyle Osmanlılar. Akdeniz'de en üstün güç oldular. Os­manlı gemileri istanbul. Süveyş, Gelibolu. Basra Rusçuk, Sinop ve izmit tersanelerinde yapılıyordu

VAKIF SiSTEMi
Osmanlı Devleti'nde. toplumun bazı ihtiyaçlarının karşılanması zenginlerin kurdukları vakıflara bırakılmıştır Kişilerin sahip ol­dukları mallarının tamamını veya bir kısmını halkın yararına sunmasına vakıf denir.

Tarihin seyri içinde vakıflar, sosyal, ekonomik, eğitim, sağlık,\ sanat, mimari, ulaşım ve bayındırlık alanında önemli rol oy namışlardır.

OSMANLI TOPLUMU
Toplum Yapısı
Osmanlı Devleti, çok uluslu ve çok dinli bir yapıya sahipti. Ancak Türkler, devletin kurucusu olarak esas unsuru meydana getiri­yordu. Fakat yine de bütün Müslümanlar hakim unsur durumun­daydılar.

Osmanlı Devleti'nde toplum, yönetenler (asken) ve yönetilenler (reaya) olarak ikiye ayrılıyordu

a. Askeriler (Yönetenler)
Askeri sınıf yani yönetenler, padişahın kendilerine dini adli askeri ya da idari yetki tanıdığı devlet görevlilerinden oluşmak­taydı Bunlar, saray halkı, seyfiye. ilmiye ve kalemiye grupla­rından oluşuyordu. Askeri sınıfın en önemli özelliği vergi yükümlülüğü dışında bırakılmalarıdır.

Saray halkı: Osmanlı Devleti nde hem padişahların oturaukla-rı yer, hem de en yüksek devlet görevlilerinden bazılarının çalış­tığı merkez saraydı

Seyfiye: Osmanlı toplumunda, yönetim görevi de bulunan askeri grup 'seyfiye" olarak adlandırılmıştır.Seyfiye. ehl-ı örf veya ümera olarak da isimlendirilmiştir. Seyfıye kapıkulu ve tımar sistemleri içinde yetişen ve görev yapan kişilerden meydana geliyordu. Vezirler, beylerbeyi, sancakbeyleri. kapıkulu askerleri tımarlı si­pahiler seyfiye sınıfına dahildi. Seyfiye sınıfı yaptıkları görev karşılığında devletten ulufe veya dirlik alırlardı. Kapıkulları, en-derun görevlileri, kale muhafızları, subaşılar ve asesler maaşla­rını hazineden nakit olarak alırlardı. Tımarlı sipahiler, sancak beyleri, beylerbeyleri ve vezirler ise hizmet karşılığında dirlik (tı­mar) alırlardı.

İlmiye: İlmiye, yargıçlık, noterlik ve mahalli yönetim işlerini yürüten ka­dılardan, tıp ve müneccimlik yani astroloji alanındaki uzmanlar ile her seviyedeki eğitim ve öğretim elemanlarından meydana geliyordu. Ayrıca imam, müezzin gibi din görevlileri, tarikat şeyhleri ve Hz. Peygamber'in soyundan gelen seyyid ve şerifler de ilmiyeye dahildi.
 
İlmiye mensuplarının büyük çoğunluğu Türk asıllıdır. Eği­timle ilgili ilmiye mensupları ücretlerini, hazineden veya vakıftan nakit olarak alırlardı. Kadılar devletten maaş almazlar, gördükle­ri dava ve yaptıkları işlemlerden aldıkları harçlarla geçimlerini sağlarlardı.

İlmiyenin bir diğer üyesi de kazaskerlerdi. Divan'da büyük davalara bakarlar, kadı ve müderrisleri tayin ederlerdi.
 
İlmiye teşkilatının başı Şeyhülislâm'dır. Din işleri, vakıflar, eğtim ve kültür müesseseleri, mahkemeler Şeyhülislâm'ın kont­rol ve denetimindedir. Şeyhülislâm'ın en önemli görevi fetva ver­mekti.

İlmiye sınıfının başlıca görevleri fetva (ifta), eğitim (tedrisat) ve adaletti (kaza).

Kalemiye: Osmanlı idari ve mali bürokrasisinin mensuplarından oluşuyor­du. Divan'daki temsilcileri Nişancı ve Defterdarlardı. Nişancı, tı­mar sistemini uygulayan organizasyonun başında bulunuyordu. Ayrıca Divan yazışmaları başta olmak üzere devlet merkezinde­ki bütün resmi işlemleri emrindeki katiplerle yürütüyordu. Defter­darlar da maliye ile ilgili olarak aynı işleri yapıyorlardı. Küttab sı­nıfı bu fonksiyonlarıyla örf alanındaki kuralları uygulayan gruptu. Bunlar hem kural koyarlar, hem de uygularlardı. Bu açıdan dev­letin işleyişinde önemli bir rol üstlenmişlerdi.

b. Reaya (Yönetilenler)
Osmanlı Devleti'nde yönetilenlere "reaya" denirdi. XIX. yüzyıl­dan sonra reaya, daha çok Müslüman olmayanlar için kullanılır­dı. Reaya ile askeri sınıfın farkı, reayanın vergi ödemesi, asker­lerin ise vergi vermemesiydi.

Yönetilenler dini yönden de üçe ayrılmıştı: Müslümanlar:

Müslümanlar yönetici olurlar, askerlik yaparlar ve öşür verirlerdi. Müslümanlar genellikle, tarım ve sanatla uğraşırlardı.

Hristiyanlar ve Museviler: Hristiyan ve Museviler askerlik yap­mazlar, buna karşılık "Cizye" denilen vergiyi verirlerdi. Cizye ye­tişkin ve sağlıklı erkeklerden alınırdı. Genellikle ticaret ve tarım­la uğraşıyorlardı. Islahat Fermanı ile devlet memuru olma hak­kını elde ettiler.

OSMANLI TOPLUMUNDA SOSYAL HAREKETLİLİK
1. Yatay Hareketlilik
Ülke sınırları içinde insanların bir bölgeden başka bir bölgeye, köyden şehre göç ederek yerleşmesi olayına yatay hareketlilik denir. Bu hareketlerden bir kısmı kendiliğinden gerçekleştiği gi­bi bir kısmı da devletin imar ve iskan politikasının uygulanması sonunda gerçekleşmiştir.

2. Dikey Hareketlilik
Dikey hareketlilik, bir kişinin, yönetenlerden yönetilenlere ya da yönetilenlerden yönetenler sınıfına geçiş yapabilmesidir. Yöne­tilen statüsünden yöneten statüsüne geçmenin üç şartı vardı: Müslüman olmak, üzerine aldığı vazifeleri en iyi şekilde yerine

getirmek ve padişaha tam bir sadakatla bağlı olmak.

•Yönetenler sınıfına geçebilmenin yollarından biri devşirme

sistemiydi. Bu sistemle toplananlar

•Acemi Oğlanlar Ocağı'nda ve Enderun'da eğitim görerek as­keri sınıfa girebilirlerdi.

•Askeri sınıfa geçmenin diğer bir yolu da medrese eğitimi gör­mekti, iyi bir medrese eğitimi görmüş bir kişi adalet, eğitim, din teşkilatları ile sivil bürokraside en üst makamlara gelebilirdi.

•Seferlerde başarı göstererek tımar sahibi olmak ya da kalemiye sınıfına katip olarak girmekte yönetenler sınıfına geçmenin yolları arasındaydı.

OSMANLI EKONOMiSi
A. Osmanlı İktisat Anlayışı
Osmanlı ekonomisi, büyük ölçüde tarıma dayalıydı. Bu nedenle Osmanlı iktisat anlayışı da, toprağın iyi değerlendirilmesi, boş bırakılmaması, iyi bir vergilendirme sistemine dayanıyordu. Sı-~ nırların genişlemesi sonucu, ticaret faaliyetleri de Osmanlı ikti-u: sat anlayışına yeni bir değişiklik getirdi. Ticari faaliyetler Osman­lı fetihlerini de yönlendirdi. Amasra, Trabzon ve Kırım'ın fethiyle

•İpek Yolu, Mısır'ın fethiyle Baharat Yolu Osmanlı kontrolüne geçti.

Coğrafi Keşifler sonunda ticaret yollarının değişmesi, kapitülasyonların etkisi ve dış ticaretin yabancıların eline geçmesi gide­rek Osmanlı ekonomisini olumsuz yönde etkiledi. Bu olumsuz gelişmeler karşısında devlet, bazı alanlarda himayeye ve müdahaleye gerek duydu. Selim'den itibaren yerli malı kullanılma­sı, paranın dışarıya çıkmaması, güçlü bir para oluşturulması.
 
Türk tüccarların korunması, Osmanlı iktisat anlayışına hakim olmaya başladı.
 
B. Osmanlı Ekonomisinin Tabii Kaynakları
a. İnsan
 Osmanlı Devleti'nde, üretici kitlelere genel olarak reaya deniyordu. Bu nedenle Osmanlı ekonomisinin temel insan kaynağı reaya idi. ilk nüfus sayımı 1831 'de yapıldı. Ancak, daha m önceki dönemler için Osmanlı ülkesindeki nüfus durumunu belirten önemli belgeler vardır. Bu belgeler tahrir defterleridir. Os­manlı Devleti, bir bölgeyi ilk fethettiğinde, ya da belirli zaman-w larda bir sayıma tabi tutardı. Tahrir defterleri vergi yükümlüsü erkek nüfusu ve ödenmesi gereken vergileri belirlemek amacıyla tutulurdu.  

b. Toprak :
Osmanlı Devleti, toprağın büyük bir kısmını miri toprak olarak 2 kendi mülkiyetinde tutuyordu. Devlet toprakların işlenmesini re­ayaya bırakmış ve ekonomik hayatı düzenlerken, her köylü aile­sinin geçimini sağlayacak toprağa sahip olmasına dikkat etmiş­tir. Tımar sistemi içinde bu topraklar çift diye isimlendirilmiştir. Osmanlı Devleti'nde ülke toprakları mülkiyet hakkı bakımından Mülk, Miri ve Vakıf olmak üzere üçe ayrılmıştır.

1. Mülk Arazi:
Halkın elinde bulunan, tamamıyla halka ait olan topraklardı. Bu tür topraklar kendi aralarında iki kısma ayrılıyordu: Öşriyye : Müslümanlara ait olan topraklar Haraciyye : Gayri müslimlerin sahip olduğu topraklar

2. Vakıf Arazi:
Gelirleri cami. medrese, hastane gibi topluma hizmet veren ku­ruluşların masrafları için ayrılmış olan arazilerdir. Vakıf arazileri­nin alınıp satılması kesinlikle yasak olup devlet tarafından da vergiden muaf tutulmuştur.

3. Miri Arazi:
Devlet mülkiyetine geçirilen topraklardır. Mülkiyeti devlete ait olan topraklar ekilip biçilmesi ve işlenmesi amacıyla çeşitli kişile­re bırakılmıştı. Miri arazi çeşitli bölümlerden meydana gelmiştir.

Osmanlı Devleti dirlik sistemini uygulamakla birçok kazanç elde etmiştir. Dirlik arazisini ekip biçenler (reaya) devlete vermeleri gereken vergiyi devletin göstereceği askerlere, memurlara veya sosyal kurumlara ödemekteydi. Böylece devlet memurlaıı ve as­kerlerin maaşları halk tarafından ödenen vergilerle karşılanıyor­du. Çok düzenli olarak işleyen bu sistem, sürekli kontrol edil­mekteydi. Dirlikleri alıp satma imkanı yoktu.

Dirlik sisteminin uygulanmasıyla;

•Devlet, üretimi denetimi altına almış ve sürekliliğini sağla­mıştır.

•Eyalet askerleri bu sistem sayesinde yetiştirilmiş, devamlı savaşa hazır bir ordu bulundurulmuştur.

•Ülkenin bayındır hale gelmesi, araziden daha iyi faydalanıl­ması, askeri masrafların azaltılması, böylece gelirlerin artırılma­sı sağlanmıştır.

•Tımar sistemiyle devlet vergi toplama külfetinden kurtulmuş­tur.

•İç ve dış güvenlik sorunu çözülmüştür. Bu sistemle ülkenin her tarafına yayılan askerler sayesinde köylerde bile güvenlik sağlanmıştır.

Has ve zeametler, ilgili kişilere görevde kaldığı süre içinde tah­sis edilir, görevlerinin bitiminde dirliği geri alınırdı. Tımarlar ise kanunlara aykırı bir hareketi olmadığı taktirde, sipahilere ömür boyu verilirdi. Sipahinin ölümü üzerine bazı şartlarla mirasçıları­na kalırdı. Topraklar devletin malıydı. Dirlik sahipleri ve sipahi­ler, bölgenin yönetiminden sorumluydu. Dirlik sahibi, dirliğin en önemli temsilcisidir ve kadı denetiminde burayı yönetir, çağrıldı­ğında savaşa giderdi.

Dirlik sistemiyle, askerin ihtiyaçlarının bir kısmının karşılan­ması, tarımda yüksek verimlilik, toprağın vergilendirilmesi, toprağın boş bırakılmaması sağlanıyordu. XVI. yüzyılın son­larından itibaren tımar sistemi belirli kişilerin elinde toplanma­ya başladı. 1858 Arazi Kanunnamesi'yle, uzun süre toprağı elinde bulunduran ve işleyenler, onun sahibi oldular.

İltizam Sistemi:
Osmanlı Devleti'nde tımar sistemi içine yerleştirilemeyen faali­yetlerin gerektirdiği parayı sağlayabilmek için tımar sistemi ya­nında birde iltizam usulü uygulanıyordu. XVI. yüzyılda bazı eya­letlerin vergilerinin açık artırma yoluyla belirli bir bedel karşılığı peşin olarak mültezim adı verilen kişilere bırakılmasına iltizam denirdi.

Bu sistem ilk defa Kanuni zamanında, Sadrazam Rüstem Paşa tarafından uygulandı. Devlet, uzak bölgelerin vergi gelirlerini açık artırmayla nakit olarak satmış, eyaletlerdeki askerler ve yö­neticilerin maaşlarını ödemiştir.

C. Üretim ve Tarım
Osmanlı ekonomisinin en önemli kolu tarımdır. Osmanlı toplu­mu genelde bir köylü toplumuydu. Tarım politikasını belirleyen en önemli uygulama, tımar sistemiydi. Bu sistemde toprağın mülkiyeti devlete, işleme hakkı köylüye, vergisi sipahiye aitti. Köylü, toprağı sürekli işleme, miras bırakma hakkını devam etti rebilmek için bazı yükümlülükleri yerine getirmek zorundaydı:

1. Sebepsiz olarak toprağını terk edemezdi.

2. Toprağını sebepsiz olarak üç yıl üst üste boş bırakamazdı. Eğer bırakırsa, toprak kendisinden alınırdı.

3. Öşür ve diğer vergileri sipahiye ödemek zorundaydı.

Bu yükümlülüklere karşı devlet de halkın güvenliğini korumak ve düzeni sağlamakla görevliydi. Vergiyi toplamakla görevli olan sipahinin de reayaya karşı yükümlülükleri vardı:

1. Köylünün güvenliğini sağlamak,

2. Üretim araçlarını temin etmek,

3. Tohum ve gübre ihtiyaçlarının karşılanmasında köylüye yar­dımcı olmak,

4. Köylünün vergisini en kolay şekilde ödemesini sağlamaktı.

b. Hayvancılık
Hayvancılık tarım ekonomisinin ve genel ekonominin önemli unsurlarından biridir. Osmanlı döneminin teknolojik seviyesi içinde hayvan, ulaşım ve üretimin en önemli güç kaynağıdır. Hayvancılık, daha çok Doğu, Orta ve Batı Anadolu'daki göçebe­ler tarafından yapılmaktaydı. Adet-i Ağnam adıyla önemli bir miktar teşkil eden hayvanlar için vergi alınıyordu.

c. Sanayi
1. Esnaf Teşkilâtı:
Esnaf ve zanaatkarların, çalışma ve pazar sorunlarını çözmek, mesleğe yeni eleman yetiştirmek amacıyla Lonca Teşkilâtı ku­rulmuştur. Loncaların dışında, esnaflık ve zanaatkârlık yapmak mümkün değildi. Loncalar, devletçe belirlenen kurallara uymak zorundaydı.

2. Üretim Dalları:
En gelişmiş sanayi dalı dokumacılık ve deri işlemeciliğiydi. Bu­na paralel olarak sanayide boyacılık gelişmişti. Avrupa sarayla­rından bile kumaşlarını boyatmak için Osmanlı ülkesine gönde­renler oluyordu.

D. Ticaret
a. Osmanlılarda Ticaret ve Tüccar  
İpek ve Baharat yollarıyla gelen mallar, Türk tüccarları tarafın­dan Avrupa'ya nakledilirdi. Karadan yapılan ticaret, kervanlarla gerçekleştiriliyordu. Ticaret, devlet tarafından teşvik edilir ve ti­caret eşyasından alınan vergiler son derece düşük tutulurdu. b. Ticaret Yolları

Osmanlı toprakları, ipek ve Baharat yolları üzerinde bulunuyor­du, istanbul - Halep, istanbul - Diyarbakır ve istanbul - Erzin­can - Erzurum - Kars arasındaki yollar en önemli ticaret yollarıy­dı. Bu yollar üzerinde, kervansaraylar ve hanlar bulunuyor, bu­ralarda güvenlik derbentçiler tarafından sağlanıyordu. Ticaret merkezleri arasındaki posta ve haberleşme, menzil teşkilâtı ta­rafından yapılıyordu. Ticaret yolları üzerindeki köy ve kasabalar­da, haberleşmede hız sağlamak için dinlenmiş binek hayvanla­rı bulunuyordu. Bu görevlerine karşılık, o köy ve kasabalar bazı vergilerden muaf tutuluyordu. Ticaret yollarının geçtiği yerlerde, taşımacılığı meslek edinmiş mekkari taifesi bulunuyordu. Bun­lar üzerine aldıkları görevi yerine getiremediğinde cezalandırılı­yordu. Ticari hayatın canlı olduğu yerlerde kapan hanları bulu­nuyordu. Buralarda temel ihtiyaç maddeleri toptan satılırdı. Ka­panda satılan mal sadece un ise, ''un kapanı" adını alırdı.

c. Ticari Emtia
Üretim yapılıp pazarda belli bir değer karşılığı satılan eşyaya mal veya çoğulu olan emtia denir. Osmanlı Devleti. XVI. yüzyı­lın sonlarına kadar ekonomik yönden kendine yeterliydi. Bu ne­denle dışarıya mal satma veya dışarıdan mal alma ihtiyacı duy­mamıştı. Bazı yıllarda fiyatların yükselmesini engellemek için dı­şarıya mal satmak yasaklanıyordu, ihraç edilen başlıca mallar: Buğday, pamuk, yün, deri, balmumu, tuz, çeşitli madenler, ke­reste, ipekli ve pamuklu kumaşlardı.

E. Kamu Ekonomisi (Osmanlılarda Bütçe)
Osmanlı Devleti'nde ilk mali teşkilât, I. Murat zamanında kurul­muştu. Bu durum, Osmanlıların ilk yıllarından itibaren bütçe dü­zenlemesine önem verdiklerini gösterir.

a. Şer'i vergiler: Dini kaynaklı vergilerdir.
1. Öşür: Müslüman üreticilerden. 1/10 oranında alınan arazi ve ürün vergisidir.

2. Haraç: Gayr-i müslimlerden alınan arazi ve ürün vergisidir.

3. Cizye: Baş vergisi de denilen bu vergi sadece askerlik yapa­cak durumda olan Gayr-i müslim erkeklerden alınan sosyal gü­venlik ve himaye vergisidir. Kadın, çocuk, ihtiyar ve düşkünler­den alınmazdı.

b. Örfi vergiler: Padişahın iradesiyle toplanan vergilerdir. Ra-iyyet Rüsumu da denilen bu vergiler üreticinin konumuna göre toplanırdı.

1. Resm-i Çift: Çiftçinin elinde bulunan toprakların karşılığında alınan bir vergidir. Vergi miktarı arazinin büyüklüğü ve çiftçinin evli - bekâr oluşuna göre belirlenirdi.

2. Çift Bozan: Toprağını mazeretsiz olarak terkeden ya da üç yıl üst üste boş bırakan köylüden alınan vergidir.

3. Adet-i Ağnam: Hayvan vergisidir. Sipahiler tarafından topla­nan bu verginin miktarı, hayvan sayısı ile orantılı olarak belirle­nirdi.

4. Bâc-i Bâzari: Pazar yerlerinden alınan bir vergidir.

5. Resm-i Mücerret: Bekârlardan alınan vergidir.

6. Resm-i Bennak: Evlilerden alınan bir vergidir.

7. Resm-i Ispençe: Gayr-ı müslim halkın erişkin erkeklerinden alınan bir vergidir. Müslümanlardan alınan Resm-i çift karşılığı­dır.

8. Resm-i Arus:
Sipahiler tarafından, tımar arazilerinde yaşa­yan kadınların evlenmeleri esnasında kocalarından alınan ver­gilerdir.

9. Niyabet Rüsumu: Yöneticilerin halktan aldığı bir vergi çeşi­didir. Suçlulardan alınan Cerimeler de bu vergiye dahil edilen vergidir. Bu vergilere Bâd-ı Hava vergileri de denilmiştir. Bu ve benzeri vergilerin dışında bir de olağanüstü durumlarda toplanan Avarız vergisi vardır.

Fiyat artışlarının nedenleri :

1. Savaşların uzun sürmesi,

2. Köylülerin topraklarını terketmesi, ' .

3. Tımar sisteminin bozulması ve bunların sonucunda üretimin tüketimi karşılayamamasıdır.

Böylece paranın satın alma gücü azaldı ve enflasyon ortaya çık­
tı. Fiyatların artmasının bir başka nedeni de, devletin yasakla­
masına rağmen kaçak yollardan Avrupa ülkelerine mal satmak
olmuştur. 

Fiyat artışlarını engellemek için devletin aldığı önlemler:

1. Ham gümüşün kullanımı sınırlandırıldı ve dışarı çıkışı ya­saklandı.

2. Yeni paraların piyasaya çıkması üzerine eski paralar ve gümüşler toplandı.

3. Sahte para basımı engellenmeye çalışıldı.

4. Sarraflara işleyebilecekleri kadar gümüş verildi.

Ancak bu tedbirler sonucunda da istenilen sonuçlar alınamadı. Osmanlı parası 1580'lerden itibaren büyük bir değer kaybına uğradı ve ilk para düzeltmesi yapıldı.

XVIII. yüzyılda Osmanlı para birimi olan akçe, değer kaybından dolayı piyasada görülmez hale geldi.

XIX. yüzyılda Osmanlı para sisteminde bazı değişiklikler yapıla­rak, ilk kez 1839'da "Kaime-i nakdiyye-i mutebere" adıyla kâğıt para basıldı. Bu kâğıt paranın karşılığı olmayıp, bono gibi kul­lanılması düşünülmüştü. 1844'te Devlet Darphanesi para bas­ma konusunda tek yetkili kılındı. Bu düzenlemelerden sonra te­mel para birimi Mecidiye ve Guruş oldu.

OSMANLILARDA KÜLTÜR VE SANAT
Klasik Osmanlı Türk toplumu ve kültürünün temelini;

•1071 Malazgirt Zaferi'nden bu yana Türkleşen Anadolu,

•Ahiler, gaziler, esnaf ve sanatkârlar,

•İslâm dini, Padişahların izledikleri temel kültür politikası,

•Türk örfü ve geleneği meydana getirmektedir.

Osmanlı Devleti; askeri, adli, sivil ve idari teşkilatının en önemli unsurlarını Selçuklulardan almıştır. Osmanlı müesseselerinde kısmen ilhanlılar ve Memlüklerin de etkisi olmuştur. Osmanlı dö­nemi Türk kültürü, genel itibariyle coğrafyaya hakim, dış kültür değerlerini kendi bünyesinde birleştiren ve onları geliştirerek ye­ni bir mana kazandıran özellik taşır.

Osmanlı hazinesinde toplanan bu gelirler; devlet adamları, askerler ve bilim adamlarının maaşları­nı ödemede, bayındırlık hizmetleri ve askeri harcamalarda kullanılıyordu. İlk resmi Osmanlı bütçesini hazırlayan Tarhuncu Ahmet Paşa kısmen başarılı olmuşsa da bu durum uzun sürmemiştir.

F. Osmanlılarda Para ve Fiyat Hareketleri
Osmanlı tarihinde ilk para Osman Bey zamanında ilk gümüş ak­çe Orhan Bey, ilk altın para Fatih Sultan Mehmet tarafından bastırıldı. Bu arada Osmanlı parasının yanı sıra yabancı altın ve gümüş paralar da kullanılıyordu. Bunun nedeni ise, Osmanlı ülkesinde altın ve gümüş madenlerinin az bjlunmasıydı. Coğ­rafi Keşiflerin sonunda Avrupa'dan gelen çok miktardaki altın ve gümüşün Osmanlı topraklarına girmesi XVI. yüzyıl sonlarında Osmanlı parasının değer kaybetmesine neden oldu. Fiyat artış­larının iç ve dış nedenleri vardır.

OSMANLILARDA EĞiTiM VE ÖĞRETiM
Osmanlı Devleti'nin klasik döneminde, temel bilim kurumu med­reseydi. Burada hem akli, hem de nakli ilimler okutuluyordu. Nakli ilimler, islâm dinine ilişkin bilgilerdir. Bunlar; Kur'an, Tef­sir, Hadis, Fıkıh ve Kelam'dı. Akli ilimler ise; bir yönüyle Allah'ın varlığını ve yüceliğinin delillerinden, diğer yönüyle dünya düze­nini açıklayan bilimlerdir. Bunlar; Felsefe, Matematik, Astrono­mi, Fizik, Kimya, Biyoloji, Coğrafya gibi ilimlerdir. Medreselerin dışında, tekke, dergah, cami. lonca, sıbyan mektepleri, saray okulları ve konaklarda da eğitim yapılırdı.

OSMANLILARDA EĞiTiM VE ÖĞRETiM KURUMLARI
a. Enderun
Devlet memuru, idareci, komutan ve sanatkâr yetiştirmek ama­cıyla kurulan bu saray okulu ilk olarak II.Murat döneminde Edir­ne Sarayfnda açılmıştı, istanbul'un fethinden sonra Topkapı Sarayı'nda faaliyetlerine devam etti. 1833'te yeni düzenlemeler yapılan okul 1910'da kapatıldı.

Devşirme sistemiyle toplanan çocuklar, burada iyi bir Müslü­man, güvenilir ve nitelikli bir devlet adamı veya usta sanatkâr olarak yetiştirilirdi. Osmanlılara tâbi olan ülkelerin rehine olarak gönderdiği çocuklar da Enderun'da eğitilirdi. Daha sonraları En­derun'a Müslüman çocukları da alındı.

b. Medrese
Osmanlı Devleti'nin dayandığı sistemlerin temel düşüncesini ve­ren eğitim ve öğretim sisteminin temel kurumu medresedir. Eği­timin ilk basamağı Sıbyan Mektebi (mahalle mektebi) idi. He­men hemen her mahallede ve cami yanında Sıbyan Mektebi vardı. Burada öğrencilere Kur'an okutulur, islâm dininin ilk bilgi­leri verilirdi. Yeteneklilere okuma-yazma öğretilirdi. Medreseler, XVI. yüzyılın sonlarına doğru bozulmaya başladı. Bozulmanın nedenleri şunlardır:
 
Müsbet bilimlerin giderek okutulmaması
Kanunlara aykırı olarak medreselere müdahale edilmesi 
Medrese ile ilgisi olmayanlara müderrislik verilmesi ve ule­ma çocuklarına daha beşikte iken müderrislik payesi verilmesi­dir.

c. Askeri Eğitim
Osmanlı Devleti'nin ilk dönemlerinde askeri kuvvetler aşiret as­kerlerinden oluşuyordu. Kapıkulu ordusuna, önceleri savaşlarda esirlerin gençleri ve askerliğe elverişli olanları alınıyordu. Anka­ra Savaşı'ndan sonra Pencik oğlanı bulma zorlukları ortaya çık­tı ve Osmanlı topraklarında yaşayan Hristiyan ailelerden alına­rak "devşirme usulü" uygulanmaya başladı. Kapıkulu Ocağı'na alınacak kişiler, Türk ailelerin yanında Türk-lslâm kültürüne gö­re yetiştirilirdi. Bu gelişmelerden sonra Acemi Oğlanlar Oca-ğı'nda eğitilen devşirmeler, Kapıkulu ocaklarına ve Enderun'a gönderilirdi. XVII. yüzyıl sonlarına kadar Osmanlı Devleti'nde başlıca tophane, kılıçhane, cambazhane ve kumbarahane gibi kurumlarda askeri eğitim ve öğretim veriliyordu.

EĞiTiM VE ÖĞRETİMDE GELiŞMELER YENİLİKLER
Eğitim ve öğretim XIX. yüzyılda Osmanlı eğitim kurumlarını dört bölümde inceleyebiliriz:

1. Eskiden beri devam eden medreseler. Buralarda programlar dünyadaki ilmi ve teknolojik gelişmelerden habersiz bir şekilde devam ediyordu.

2. XVIII. yüzyılda kurulmaya başlayan önce askeri ve XIX. yüz­yılda kurulan yeni tarz sivil okullar

3. Azınlık ve yabancı okulları

4. Osmanlı vatandaşlarının açtığı okullar Islahat Fermanı eğitim alanında yenileşmede önemli bir dönüm noktası oldu. 1857'de Maârif-i Umûmiye Nezareti (Genel Eğitim Bakanlığı) kurularak Milli Eğitim Bakanlığı'nın temeli atıldı. Bu gelişmeden sonra ilk defa Eğitim Bakanı kabineye girdi. 1861'de Nizam-nâme çıkarılarak Harbiye, Bahriye ve Tıbbiye dışındaki okullar Maârif-i Umûmîye Nezâreti'ne bağlandı. Böylece askeri ve sivil okullar birbirinden ayrıldı.

a. Askerî Kurumlar
1845'te Harp Okulu'na öğrenci yetiştirmek için Askerî Liseler açıldı. Günümüze kadar devam eden istanbul'da Kuleli, Bur-sa'da Işıklar ve izmir'de Maltepe Askeri Liseleri bu dönemde ku­ruldu. 1849'da Harbiye Mektebi'nde Veteriner bölümü açıldı. 1875'te Askeri Ortaokullar açıldı. Ayrıca ord'jnun kurmay subay ihtiyacını karşılamak için kurmaylık bölümü açıldı (1845).

b. Sivil Kurumlar
II. Mahmut tarafından zorunlu hale getirilen ilköğretim istanbul dışında uygulanamadı, ilköğretim Sıbyan Mektebi (Anaokulu), iptidaiye (ilkokul) ve Rüşdiye (Ortaokul) şeklinde üç kademeli düşünüldü. 1861'de istanbul'da ilk Kız Rüşdiyesi açıldı. Bu tari­he kadar kızların yaygın olarak okula gitmedikleri görülmektedir. 1867 den sonra bu okullara Müslüman öğrencilerin yanında Hrisliyan öğrencilerde alındı. Rüşdiye'yi bitirenlerin gittiği idadi­ler 1872'de kuruldu.
İdadilerin üstünde eğitim verecek Sultaniler ilk kez 1868'de Ga­latasaray Sultani'si adıyla açıldı. Bu okulun yönetimi ve progra­mı Fransızlara verildi. Rüşdiyeler ile Darülfün'un (Üniversite) arasında eğitim vermek üzere 1849'da DarülmaarifOkulu açıldı. Bu okul devlet memuru da yetiştirecekti. 1876'da Darül mualli-mat (Kız Öğretmen Okulu) açıldı. 1873'te yetim Müslüman ço­cukların eğitimi için Darüşşafaka, 1850'de Encümen-i Daniş (ilimler Akademisi) açıldı.

c. Meslekî Kurumlar
1874'te Sultani Mektebi'nde bir sınıf ayrılarak Hukuk Mektebi açıldı. 1860'da Ticaret Okulu açılmak istendi. Ancak başarılı olu-namadı. Tarım alanında ilk okul Ameli/ Ziraat Mektebi oldu (1847). Orman Mektebi (1870) ve Bursa'da Koza Okulu açıldı. Tanzimat döneminde önem kazanan Telgrafçılık Okulu açıldı. Mithat Paşa'nın girişimleriyle Niş ve Rusçuk'ta yetim çocuklara sanat öğretmek için Islahhaneler açıldı, ilk Sivil Tıp Okulu 1866'da, Eczacı Okulu 1867'de açıldı.

Heybeliada'da Kaptanlık Okulu açıldı (1870). Mithat Paşa'nın çalışmalarıyla Sanayi Mektebi kuruldu (1868). Ayrıca Kız Sana­yi Mektebi de kuruldu.

d. Azınlık ve Yabancı Okulları
Azınlıklara kültür, eğitim ve inanç özgürlüğü tanıyan Osmanlı Devleti, okul açma izni de verdi. Azınlık okulları, Patrikhaneler ve Hahamhaneler aracılığıyla yönetildi. Bu okullarda bağlı bu­lunduğu kilisenin papazı veya havranın hahamı ders veriyordu. Bağımsız ilk Ermeni Okulu 1790'da Kumkapı'da açıldı. 1824'ten sonra Ermeni Patrikhanesi'nin emriyle Ermeniler Anadolu'nun en küçük yerleşim birimlerine kadar okullar açtılar. Yahudi Cemaati'ne ait havraların dışında ilk modern okul 1854'te istanbul'da Musevi Asri Mektebi adıyla açıldı. 1875'ten sonra Alyans Israilit'in gayretleriyle birçok okul açıldı.

Kapitülasyonlardan faydalanarak Osmanlı ülkesinde okul açma imtiyazını elde eden yabancı ülke misyonerleri akın akın toprak­larımıza gelerek çalışmalara başladılar. Önceleri dini nitelik taşı­yan kiliselere bağlı olarak kurulan okulların yanında Elçilik Okul­ları da açıldı. Bu okullar zamanla amacından saparak yabancı devlet okulları haline geldi ve Osmanlı Devleti aleyhine çalışma­ya başladılar. Katoliklerin koruyucusu olan Fransa ülkemizde ilk okulu 1583'te açtı (Saint Benoit). Bu okul Osmanlı topraklarında açılan ilk yabancı okuldur.
 
İngilizler, Suriye ve Lübnan'da okullar açtı. Değişik yerlerde açı­lan ingiliz okullarından Nişantaşı'nda ingiliz Erkek Lisesi (1905), Beyoğlu'nda açılan ingiliz Kız Ortaokulu (1857) Türkiye Cumhu-riyeti'ne devredilmiştir.

Amerika Birleşik Devletleri, 1830'da Osmanlı Devleti'yle yaptığı antlaşmayla en ayrıcalıklı yabancı devlet haline geldi. Ermeni­lerle işbirliği yapmayı kendisi için daha uygun gören ABD, Erme­nileri kullanarak Anadolu'da etkinlik kazanmak için birçok okul açtırdı. 1863'te Robert Koleji açıldı. Bu okul Türk eğitimi için mo­dern bir örnek teşkil etti. ABD, Osmanlı topraklarında sayı itiba­riyle şaşırtıcı miktarda okul açmıştır. 1904 itibariyle 465 Ameri­kan okulunda 22.867 öğrenci bulunuyordu.

İtalya kendi soydaşları için 1861'de istanbul'da ve 1863'te Ha­tay'da okul açtı. Osmanlı ülkesinde yaşayan Alman azınlıklar Avusturya eğitim kurumlarından faydalandı. Ancak 1871'de birliğini sağladıktan sonra kendi kültürünü yaymak için Almanlar da okullaraçtı.

e.Darulfunun(Üniversite) 
1862’de burada halka açık dersler verilmeye başlandı.1870’te Darulfunun İstanbul’da resmen açıldı.Ancak Darulfünun 1871’de kapatıldı ve tekrar 1900’de açıldı.










Benzer Yazılar



0 yorum:

Yorum Gönder