Millî marşlar, milletlerin kahramanlık destanlarıdır. Onu dikkatle okuyan ve gönülden söyleyen nesiller, millî şuurlarını kazanır ve kim olduklarının farkına varırlar. Bayrağımız ve onun hürriyetini ebedîleştiren İstiklâl Marşımız mîlletimizin ruhunu, tarihini, ideallerini aksettiren ölmez değerlerdir.
Bayrağımızın rengi ve hilâli sanatkârlarımıza zarif hayaller ilham etmiştir. Arif Nihat Asya'da bu zarafet şu mısralarla dile gelir:
"Kopardılar ay'ı gökten Bir ipek dala astılar...
Yurt dediler gölgesine Ayaklarını bastılar..."
İstiklâl Marşı'nda da Akif'in dert ortağı, gönül arkadaşı bayraktır.
İstiklâl Marşı'nı anlayabilmek için, Mehmet Âkif'i iyi bilmek, onun bütün yönleriyle şahsında topladığı ve Türk milletinin bütünüyle benimsediği "Millî Mücadele ruhu"nu yakından tanımak, o ruhu hakkıyla hissetmek gereklidir.
Çok yerinde bir kararla okullarımızda İstiklâl Marşı'nı ezberlemek mecburî kılınmıştır. Ancak marşın ruhuna nufuz edemezsek, yazıldığı devrin özelliklerine gidemezsek, bu muhteşem abide de alelade manzumelerle aynı kategoride mütalâa edilecektir.
Genç nesilleri, Millî Mücadele'yi yapanların içinde bulundukları dünyaya götüremezsek, bütün çabalar neticesiz kalır. Orta 3. sınıflarda Cahit Sıtkı'nın "Borazan başı, borazanbaşı" diye başlayan ve şairin İstiklâl Marşı'nı dinlediği andaki duygularını işleyen şiirini okumaya başladığımızda, "Borazanbaşı" kelimesini duyan öğrencilerin gülüşmeleri, o neslin duygu dünyasına ulaşamamalarından kaynaklanmaktadır. "Vatan, millet, Sakarya" tekerlemesinin doğmasına sebep de, araya giren zamanın bizi o duygudan uzaklaştırmış olmasıdır.
İstiklâl Marşı'nı işlerken tarihle mutlaka ilgi kurulmalıdır. Osmanlının yükselme devrini ve Sevr Antlaşması'yla ülkenin düştüğü hâli gösteren iki harita, öğrencinin zihnine nakşedilmelidir. Mondros Mütarekesi'yle ilgi kurularak milletin çaresizliği, ordunun kımıldayamaz duruma getirilmişliği ve nihayet "yedi düvele" karşı verilen mücadelenin emsalsizliği, heybeti, bu mücadeleyi yürütenlerin sabrı, tevekkülü, gayreti... Tereddütsüz Hak yoluna fedâ-yı can edişleri... Hep bunlar genç zihinlere bir daha silinmemecesine yazılması gereken olay ve hasletlerdir.
Marşımızın birinci dörtlüğünde, içinde bulunulan karanlık tabloya rağmen "İnananlar ye'se kapılmaz." kavlince Türk milletine verilen ümit vardır. Bu tablo, tabiî bir olay ile izah edilir. Akif: Çanakkale Şehitleri'nde güneşin batışıyla ay'ın parlaması olayını esas alarak, "kahraman Mehmetçik"in fonksiyonunu "Bir hilâl uğruna Yarab ne güneşler batıyor" mısraında dile getirir.
Şair birinci kıt'ada Türk milletine seslenir. Şafak vaktinden önce gecenin en karanlık zamanı yaşanır. Bizim İstiklâl savaşı verdiğimiz yıllar, bu en karanlık zamana benzer. Fakat bu zaman çabucak geçer ve ardından şafak söker. Aydınlık günler başlar. Bunun için millet, içinde bulunduğu karanlığın uzun süreceğini sanarak korkuya kapılmamalıdır. Biraz sonra şafak sökecek ve karanlık son bulacaktır. Bu benzetme şairin, Türk milletinin bağımsızlığına çok kısa sürede kavuşacağı hakkındaki kesin inancını ortaya koyar.
İkinci mısra millete verilen ümidi taşımakla beraber, ona gösterilen bir yoldur da: "Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak" demek, aynı zamanda "Bayrağı indirmemek için, son fert olarak kalsan bile mücadele edeceksin" demektir.
Üçüncü mısra Türk istiklâline olan sarsılmaz îmanı haykırır: "O benim milletimin yıldızıdır, parlayacak." Milletimin yıldızı, Türk'ün kaderi; talihidir. Talih ve kader manasına yıldız, deyimlerimize de girmiştir. "Yıldızı kararmak" ve "yıldızı parlamak" bunlardan ikisidir.
Bayrak milletin kaderini, talihini temsil eder. O parlıyorsa (hür ise) millet de aydınlık günlerini yaşamaktadır. Onun zevali, milletin de sonudur. Türk övülmüş bir millettir. Akif üçüncü mısra ile, Türk milletinin ve İstiklâl sembolü bayrağımızın, kat'î olarak ebediyete kadar yaşayacağını ve dalgalanacağını belirtir. Bundan zerre kadar şüphesi yoktur. Milli Mücadele'nin zafere ulaşması işte bu sarsılmaz imânın sonucudur.
Şair ikinci kıt'ada bayrağa seslenir. Bayrak canlı dır. İkinci şahıstır. Hatta sevgilidir. Uğruna can verilen bir sevgili. Onun kaş çatışı bile âşıkını elemlere sürükler. Lirizmin sadece aşk şiirlerine has olmadığını Akif'te görürüz. Akif şiirimize vatanî-millî lirizmi getirmiştir. Bayrak sevgilinin yüzüdür, hilâl ise kaşı. Ve o, bütün milletin -kahraman bir ırkın- sevgilisidir. Kızgınlık ve öfke bu sevgiliye yakışmaz. Onun gülümsemesi âşıklarına can verir, kahramanlıklarına kahramanlık katar. Şairin bayrağı ikinci şahıs ve canlı bir varlık olarak kabul ettiğini söylemiştik. Her şahsın mutlaka zayıf bir yönü vardır. Akif, bayrağın bu yönünü yakalar. Kahraman ırka gülmediği takdirde, bu milllet onun uğrunda döktüğü kanlan kendisine helâl etmeyecektir. Bayrak, rengini bu kanlardan almıştır. Dolayısıyla Türk milletine borçludur. Son mısra hem millet hem de bayrak için bütünlüğü temsil eder. Milletin, ye'se kapılmasına, bayrağın da yüzünü asmasına sebep yoktur. Çünkü Hakk'a (Allah'a) tapan bu millet, istiklâli "hak" etmiştir.
Üçüncü kıt'ada Akif'in diliyle Türk tarihi, Türk kahramanlığı ve Türk'ün yılmaz karakteri konuşur. Bu dörtlükten itibaren şiirin sonuna kadar, dalga dalga mefahir bütün ruhları doldurur. 1921 Türkiye'sini düşününce bu mısralardaki lirizm ve destanı hava kendini daha fazla hissettirir. Çıkmazlar ve imkânsızlıklarla dolu bir devirde böyle haykırabilmek Akif'e ve Türk milletine mahsustur.
Türk milleti bu kıt'ada Akif'le beraber "tok bir ses" olur. Hürriyetini ve karakterini dünyaya haykırır. Türk milletini esir etmek düşüncesi bile korkunçtur. Bu hayale kapılanın başına türlü belâların gelmesi mukadderdir. Yine bu hayale ancak çılgınlar kapılabilir. Kıt'anın son iki mısraında Türk tarihinin karakterini buluruz. Türk tarihi hakikaten "kükremiş sel" özelliğini gösterir. Bu sel Altaylar'dan Tuna'ya, gittikçe coşarak ulaşır. İki uç nokta arasındaki coğrafî yapı göz önüne alınırsa, "Yırtarım dağları, enginlere sığmam taşarım" mısraının, bahsettiğimiz özelliği dile getirdiği görülür. Durmamak, devamlı hareket hâlinde olmak Türk'ün karakteridir. Bunu dilimizde fiillere, destanlarımızda olaylara ve özlemlere bakarak söylemek mümkündür. Oğuz Kağanın "Daha deniz, daha müren (ırmak) / Güneş bayrak gök kurıkan (çadır)" sözleri, aynı ruhun, tarihin ilk devirlerinden itibaren Türklerde var olduğunun delillerindendir.
Dördüncü kıta Batı âlemi ile Türklüğün mukayesesidir. Şair yine milletiyle bütünleşmiş hâldedir. Batı çelik zırhlarını kuşanmış, âlemin iftihar vesilesi olması gereken bir milleti, "medeniyet" adına boğmak için saldırmaktadır. Yedi düvelin teknik ve sayı üstünlüğü, göğsü imân dolu Mehmetçik karşısında kırılmaya mahkûmdur. Akif ikinci mısradaki bu duygusunu Çanakkale Şehitleri'nde "Alınır kal'a mı göğsündeki kat kat imân" şeklinde söyler. Batının madde planındaki üstünlüğü, manevî kuvveti yenmeye yetmemiştir. Akif bu manadaki "medeniyet"! canavara benzetir. Çanakkale'de aynı fonksiyonu icra etmiş ve yüz binlerce vatan evlâdının canına kıymış medeniyet de aynı canavardır. O vakitler "kahpe"dir, "hakikat'tir, "yüzsüz"dür. Akif'in bu hükmünü ispatlarcasına o canavar, aradan daha beş sene geçmeden, bütün korkunçluk ve vahşîliğiyle Türk vatanının üzerine saldırmıştır.
Bu kıt'anın son iki mısraının açıklanışında yer yer ihtilâflar meydana gelmektedir. Üçüncü mısraın başındaki "Ulusun!" kelimesi, mısraların sonraki kısımlarından kopuk olarak düşünülmekte ve yanlış yorumlara varılmaktadır. Bu bakımdan son iki mısraın nesre çevrilmiş şeklini vermekte fayda görüyoruz. "Ulusun! Korkma! Medeniyet dediğin tek dişi kalmış canavar böyle bir imânı nasıl boğar?"
Mısralardaki mana gayet açıktır: Medeniyet canavara benzetilmiştir ve onun her çeşit silahıyla çıkardığı sesler, bir canavarın ulumasını hatırlatır. Yani kelimenin kökü "ulu" ismi değil, "ulumak" fiilidir. Kaldı ki İstiklâl Marşı'nın birçok yerinde rastladığımız tenasüp sanatı bu mısralarda da mevcuttur. "Ulumak, korkmak, boğmak ve canavar" kelimeleri arasında tenasüp (uygunluk) vardır.
Saldırgan medeniyet, can çekişmekte olan ve can havliyle son saldırışlarını yapan, tek dişi kalmış (ihtiyarlamış, ölmek üzere) bir canavarı andırır. Şiirin bütününde görüldüğü gibi, burada da millete ümit ve cesaret aşılanır. O canavar ne kadar ulursa ulusun, sen korkma, cesur ol! Zira onun bu sesleri, ölmek üzere ve hatta eceli senin elinle gelecek olan tek dişi kalmış bir canavarın feryatlarıdır. Ve bu canavarın gücü, senin göğsündeki imânı boğmaya yetmeyecektir.
İstiklâl Marşı ümit ve cesaret şiiridir desek yanlış olmaz. İlk mısrada başlayan bu özellik, şiirin sonuna kadar dozu artarak devam eder. Ve nihayet Türk milletini kayıtsız şartsız zafere ulaştırır. Kıt'alar arasındaki duygu bağlantısı çok kuvvetli ve istikrarlıdır. Cephede verilen savaşın stratejisi âdeta şiirde de uygulanır. Cephedeki askerin zaferden emin psikolojisi, marşın duygu yönünü meydana getirir.
Akif beşinci kıt'ada askere yapması gerekeni değil, zaten onun yapmakta olduğunu hatırlatır. Kıt'anın ilk iki mısraı, savaşan iki tarafın manevî durumlarını ve sıfatlarını da içinde taşır. Türk yurduna saldıranlar "alçak, hayâsız ve zalim", müdafaadakiler ise göğüsleri iman dolu mazlumlardır. Kıt'anın son iki mısraı, imanın karşılığı olan "zafer' müjdesini verir. Allah, kitabında inananlara zafer vadetmiştir. Zaferin yakınlığı müminlerin gayretine ve kahramanlığına bağlıdır. Şair birçok kıt'ada Türk'ün bu özelliği üzerinde durmuştu. Artık kesin kanaati teşekkül eder ve zaferin yarından daha yakın olduğu hükmüne varır.
Akif, sonraki üç kıt'ada vatan fikri üzerinde durur. Vatan alelade toprak değildir. Onun altında binlerce kefensiz (şehit) yatmaktadır. Toprağı vatan yapan, o şehitlerin kanlarıdır. Askerlikte en .yüksek rütbe şehitliktir. Ve bu herkese nasip olmaz. Vatan uğrunda bizim kadar şehit veren millet yoktur. Her karış toprak şehitlerle doludur. Öyle ki "Şüheda fışkıracak toprağı sıksan şüheda'" mısraında söylenildiği gibi, insan avucuna biraz toprak alıp sıksa, ondan binlerce şehit fışkırır.
İnancımıza göre şehitler cennete giderler. Bağrında bu kadar çok şehit barındıran toprağın cennetten farkı yoktur. O bizim dünyadaki cennetimizdir: Vatanımızdır. Âkif bu noktada vatanı için canı dahil her şeyini feda etmeye hazırdır. Allah'tan, dünyada kendisini vatanından ayırmamasını diler. Canını, sevdiklerini, her şeyini vatan uğrunda kaybetse bile, vatan toprağında yatmak mükâfatı ona yeter.
Akif ve vatanları uğrunda çarpışarak hayatlarını veren Mehmetçiklerin, hatta Millî Mücadele'ye katılanların dilekleri, kendileri öldükten sonra bile aynıdır. Vatana yabancı girmesin, mabetlerimizin göğsüne onların kirli elleri değmesin. Ve en önemlisi ezanlar susmasın. Ezan sesleri ebediyen Türk semalarında inlesin. Çünkü o ezanlar Millî Mücadele'nin de mihveri olan Kelimeişahadet'i, günde beş vakit minarelerden alıp sonsuzluk âlemine götürürler.
Bilindiği üzre ezanın Allahüekber'den sonra gelen "Eşhedü en lâilâhe illallah (şahitlik ederim kî Allah'tan başka ilâh yoktur.) ve "Eşhedü enne Muhammede'n-resûlullah" (şahitlik ederim ki Muhammed, Allah'ın peygamberidir.) kısımları İslâmiyetin temeli olan Kelimeişahadet'i ifade eder. Bu bakımdan ezanlar günde beş vakit, ülkenin Müslüman olduğuna şahitlik yapar. Yahya Kemal'in "Ezansız Semtler" başlıklı yazısında belirttiği gibi, ezanın yeni yetişen nesiller üzerindeki etkisi çok önemlidir. Çocuk, farkında olmadan kendini o ilâhî âlemin içinde bulur.
Bu istek gerçekleştiği takdirde, hayatta kalanlarla birlikte şehitler, hatta -şayet varsa- onların mezar taşları bile sonsuz sevince kapılıp, şükür secdesine kapanacaklardır. Mezar taşları bile canlanacaktır. Akif burada cansız varlıklara beşerî vasıflar yükler. Toprak altındaki şehitler âdeta yeniden hayat bulurlar ve yaralarından kanlı, ama sevine yaşları boşanır. Sevincin etkisi bu kadarla da kalmaz, toprak altındaki şehit naaşları da bu sevince kapılarak, mücerret ruhlar hâline dönüşürler. Nihayet Yahya Kemal'in Akıncı şiirindeki mısralarında ifade edildiği gibi "Yerden yedi kat Arş'a kanatlanırlar."
Şair incelediğimiz dokuz kıt'a boyunca, imanını bir an olsun kaybetmeden, bir an bile ümitsizliğe düşmeden, derece derece zaferi yakalar. Artık bayrak hür, millet müstakildir.
Birinci kıt'adaki bayrak tasviri ile, son kıt'adaki arasında tezat vardır. İlk kıt'ada bayrak, karanlığı haber veren şafak anındaki güneşin allığında yüzmektedir. Yüzmek, insana suyu tedai ettirir. Bu noktada bayrak, milletin gönlündeki istiklâl ateşidir de, düşman denizi içinde sönüverecekmiş gibi görülür. Ama Akif, şiirinin dokuz kıt'asında bunun sadece görüntüden ibaret bu lunduğunu empoze etmiş, gerçeğin hiç de göründüğü şekilde olmadığını söylemiştir. Çeşitli savaşlara girip, zaferle çıkan bayrak (istiklâl ateşi) işte nihayet kesin sonuca ulaşmıştır. Şan kazanmıştır.
Birinci kıt'adakî nazlı hilâl, son kıt'ada şanlı hilâle dönüşmüştür. Yeni, aydınlık ve hür ufuklar, şanlı hilâlin dalgalanışı ile süslenecektir. Son kıt'adaki şafak kelimesi de sabahleyin güneşin doğuş anındaki kızıllığı ifade eder. Bu vakit gündüzün, aydınlığın özetle kesin zaferin müjdecisidir. Sabah vaktinin huzuru, ümidi, temizliği ve sükûnu bayrağa izafe edilir. Bayrak artık şafaklar gibi şanlı, dalgalanacaktır. Kahraman ırka "çehre çatmak" da söz konusu olmadığına göre, onun uğruna dökülen kanlar kendisine helâl edilebilir. Zira bundan sonra ebediyete kadar, bayrağa ve Türk milletine yok olma, yere düşme, yeryüzünden silinme şeklinde bir tehlike yoktur. Bayrak ve millet, bu yaşama hakkını tarihleri ve verdikleri son imtihan sonucu hak etmişlerdir. Türk bayrağı ezelden beri hür yaşamıştır, bundan sonra da hür yaşamak hakkıdır. Türk milleti Allah'a olan imanıyla, bağlılığıyla asırlardır istiklâlini korumuş ve bu defa da ezan seslerini susturmamıştır. Öyleyse İstiklâl içinde bulunmak onun da hakkıdır.
Kısaca İstiklâl Marşı, millî karakterimizi, tarihimizi, imanımızı, Millî Mücadele günlerinin heyecanını içinde taşıyan, o günleri ve o günleri yaşayanların duygularını nesilden nesile aktaracak olan emsalsiz bir abidedir. Çanakkale Savaşı'nı abideleştiren Akif, Millî Mücadele'ye de İstiklâl Marşı abidesini hediye etmiştir. İstiklâl Marsı sadece duygu yönünden değil, şiir sanatı yönünden de büyük değere sahiptir. Bu da ayrı bir yazı konusudur.
İsa KOCAKAPLAN
0 yorum:
Yorum Gönder