Oğlum Ali daha iki yaşında. Konuşmayı yeni yeni öğreniyor. Dil
kurallarına uymuyor. Ama çocukça ilginç bir anlatımı var.
Çalışan insanlar, çocuklarına yeterli ilgiyi
gösteremiyorlar. Buna pek olanakları olmuyor. Oysa biz de çocuğumuzla
gezintiler yapmak, onunla oynamak, yerlerde yuvarlanmak istiyoruz.
Çocuk bahçelerinde çiçeklere dokunmak yasak, çimenlere
basmak yasak, ağaçlara tırmanmak yasak. Bu yüzden oğlum, “1” çiçekleri kokusuz,
çimenleri plastik, ağaçları da budanmamış direkler sanıyor.
Pazar günleri, şöyle bir soluk almak için yürüyüşe
çıkıyoruz. Yaşadığımız kentin havası solunacak gibi değil. İs, duman, kömür,
kükürt kokuyor her yer. Evler, iş hanları, görkemli gökdelenler kara dumanlar
salarak göğümüzü karartıyorlar.
Yine de oğlum bir kuşu tanımak mutluluğunu bu kentte yaşadı.
Uzun süre gökyüzünde uçabilen, katlı nesneyi, çok ama pek çok sevdi. Adını sordu:
“Kuş” dedim.
Şimdi onun için uçabilen her şeyin adı “kuş”tur.
Öğle uykusunu fazla kaçırdığından, Ali’yi bir gece uyku
tutmadı. Yatağında uzun süre döndü durdu. Kendi kendine konuştu, yarım yamalak
şarkılar, ninniler söyledi. Su istedi, süt istedi. İsteklerinin bir türlü sonu
gelmeyince kalkıp başucuna oturdum. Ona uykunun çocuklar için gerekli olduğunu,
uyumazsa büyüyemeyeceğini, okula gidemeyeceğini anlattım. Ağırlaşan göz
kapaklarını zorlukla aralayıp ilk sorusunu yöneltti bana.
“Kuşlar nereye gitti?”
Kuşları gittikçe azalan bir kentte yaşadığımı, gerçekten de
o güne kadar hiç düşünmemiştim. Gerçekten neredeydi kuşlar? Nereye gitmişlerdi?
Neden?
Aradan on yıl geçti. Oğlum Ali şimdi on iki yaşında… Hiçbir
zaman bir kuşu olmadı. Bu yüzden de kuş dilini öğrenemedi.
Oğlum Ali şimdi on iki yaşında… Çarpım cetvelini ezberledi,
İngilizceyi bile öğrendi. Tarihe, maket uçaklara, elektronik aygıtlara merak
saldı. Bir de balıklara…
Oğlum Ali şimdi on iki yaşında… Bir köpeği oldu yedi
yaşında. Adına “Azgın” koydu. Çok azgınlık yaptığı bir günde “2” kayboldu Azgın.
Oğlum çok üzüldü. Havlayan her köpeği Azgın sandı.
Sonra bir kedisi… Adı Pepik! O da yeni taşındığımız evi
beğenmemiş olacak ki br sabah evin yakınlarındaki ormana gitti. Bir daha
dönmedi. Sesi kulaklarımızda kaldı.
Oğlum Ali şimdi on iki yaşında… Ben kırk beşime merdiven
dayadım. Dünyanın tavanı delindi. Balıklar, kuşlar, ağaçlar yok olmakla yüz
yüze bırakılıyor.
Yaşlı dünyamız nefes darlığı çekiyor. Denizler kirletiliyor,
yunuslar topluca intihar ederek insanları protesto ediyorlar. Zehirli atıklar,
asitli yağmurlar, zehirli fıçılar, bombalar, silahlar… Kuşlar hiç düşünülmülyor.
Oğlum Ali şimdi on iki yaşında… Akvaryumda her renkten balıklar
yetiştiriyor. Artık kuşları sormuyor. Uzayda, başka gezegenlerden söz ediyor. Televizyonda
dünya haberlerini izliyor; savaşlar, kıtlıklar, doğanın kirletilmesi… Dik dik
bakıyor bana. Ve benim ödüm kopuyor o soruyu soracak diye: “3”
“Baba, dünya nereye gidiyor?”
Benim de ödüm kopuyor bir gün uyandığımızda, nükleer savaş
çıkacak diye! Doğa bozuculardan arta kalmış bir balina yavrusu, kıyıya vurup şu
soruyu soracak diye:
“İnsanlar nereye gittiler?”
Çetin Öner
çok güzel
YanıtlaSilÇok teşekkürler
YanıtlaSilsınıfta okuyunca o kadar çok etkilendim ki gelip evde aileme de okudum yazanın eline sağlık seviye biraz büyükler için görünüyor ama dil ve anlatım o kadar güzel ki öğrencilerim alması gereken kazanımı çok ama çok iyi aldılar çevreyi harika analiz edip bir çocuğun anlayacağı bir birime indirgemiş aynı zamanda büyüklerinde zevk duyacağı bir edebi metin haline gelmiş.. tebrikler yazar arkadaşımıza
YanıtlaSil