CUMHURİYET'İN İLANI
Lozan'n kabulü ve barışın
sağlanması ile geride Türk Devleti'nin siyasal yapısını
belirleyecek
devlet şeklinin ve adının ne olacağı sorunu kaldı. T.B.M.M.'nin
varlığı ile egemenliğin kayıtsız - şartsız ulusa ait olan, insan
haklarına dayanan bir devlet sistemi kurulmuştu. Fakat gerek halkın,
gerekse Meclis içinde bulunanların büyük kısmı Padişah'a dinsel
ve geleneksel bağlarla bağlıydılar. Padişah'ın işgal ettiği Saltanat
- Hilafet makamı yüzyıllardır kökleşmiş bir teokratik sistemdi.
1300 yılından beri de Osmanoğullarından başka hiçbir aile iktidar
olmamıştı. Egemenlik biri dinden, diğeri gelenekten gelen iki kaynaktan
çıkıyor ve Padişah'ta toplanıyordu. Gerçi İttihat Terakki bu gücü
kırmıştı, fakat sistemin özünü, yani egemenliğin kaynağını ve kullanılış
biçimini değiştirememişti. Egemenliğin, tanrı hakları sisteminden,
insan hakları sistemine geçişin bir sonucu olarak Padişah'tan ulusa
geçişi, bir ilke ve ülkü olarak Amasya Genelgesi'nde ortaya konmuş
ve 23 Nisan 1920'de B.M.M.'nde somutlaşmıştı. Teşkilat-ı Esasiye
Kanunu da bu temel üzerine oturmuştu.
Kurtuluş Savaşı ulusal bağımsızlık yanında ulus
egemenliğini de açık bir biçimde ortaya koyduğu için Padişah daha
başından beri milliyetçilerin amansız düşmanı kesilmişti. M. Kemal
Paşa Padişah'ın ihanetini bildiği halde, henüz zamanı olmadığı için
Padişah'ı hedef almadı. Genç subaylık yıllarından beri inandığı
ve Erzurum'da Mazhar Müfit'e not ettirdiği "Cumhuriyet"
inancını "Ulusal bir sır" olarak sakladı. Kurtuluş Savaşı
içinde "Cumhuriyetçi" bir düşünceyi ortaya atmak, iç parçalanmaya
yol açacağı için bu yola gitmedi. Hatta Sivas Kongresi sırasında
"Cumhuriyet" ilan edelim önerilerini red etmişti. Fakat
Kurtuluş Savaşı'nın Başkomutanı, Türk Ulusu'nun kurtarıcısı M. Kemal,
Türkiye'nin siyasal yapısını değiştirmenin ilk adımını Saltanat'ın
kaldırılmasını sağlamakla attı. Saltanat'ın kaldırılışına en yakın
arkadaşları bile karşı çıkmışlardı. Meclis'te tutucu kanat direndiyse
de, M. Kemal Paşa'nın kararlı ve sert tutumu sonucu Saltanat'ın
kaldırılışı sağlandı. Fakat onun bu sert tutumu endişe doğurdu.
Bunun bir başlangıç olduğunu görenler çeşitli yöntemlerle M. Kemal
Paşa'yı engellemeye çalıştılar.
2 Aralık 1922'de Meclis'e muhalif grup tarafından
bir öneri verildi. "İntihab-ı Mebusan Kanunu"nda değişiklik
yapılmasını isteyen önergede "Büyük Millet Meclisi'ne üye seçilmek
için Türkiye'nin bugünkü sınırları içindeki yerler halkından olmak
ve seçim çevresine yeni gelenlerin ise en az beş yıl oturmuş olmaları"
gerektiği kanun hükmü haline getirilmek isteniyordu. M. Kemal Paşa'yı
milletvekili seçilmekten yoksun bırakmak isteyen bu önerge üzerine
söz alan M. Kemal Paşa, doğum yerinin Türkiye'nin sınırları dışında
kaldığını ve bir yerde beş yıl oturmadığını belirttikten sonra,
düşmanlara karşı savaştığını, vatanı kurtarmak için hiç bir yerde
beş yıl oturamadığını hatırlatıp, ulusun sevgisisi kazanmış bir
insan olmasına rağmen kendisini yurttaşlık haklarından yoksun bırakmak
isteyen bu kimselerin bu yetkiyi kimden aldıklarını sordu. Önerge
red edildi.
Mustafa Kemal'in kamuoyu yoklaması yapmak üzere
14 Ocak 1923'de Batı Anadolu'da bir geziye çıkmasını fırsat bilen
muhalif grup, O'nun Ankara'dan ayrıldığının ertesi günü "Hilafet-i
İslamiye ve Büyük Millet Meclisi" başlıklı bir broşür yayınladılar.
Broşürün önceden hazırlanmış olduğu ve M. Kemal'in Ankara'dan ayrılmasını
fırsat bilerek dağıtıldığı anlaşılıyordu. Broşürün ana fikri, islam
kamuoyunun son gelişmelerden (Saltanatın Kaldırılışı) büyük ızdırap
içinde bulunduğu, Hilafet'in hükümet demek olduğu ve Hilafet'in
hukuk ve görevlerini yok etmenin hiç kimsenin, hiç bir meclisin
elinde olmadığı esaslarına dayanıyor, "Halife Meclisin, Meclis
Halife'nindir." sözleriyle bitiriyordu. Yürütme yetkisinin
Halife'ye verilmesini ve Meclis'in aldığı kararların ve kanunların
Halife'yi bağlamayacağı, dolayısıyla Meclis'in çıkardığı Saltanat
ve Hilafet ile ilgili yasaların meşru olmadığı görüşü savunuluyordu.
Bu bildiri, M. Kemal'e ve O'nun gerçekleştirmek istediği devrime
bir tepki idi.
İzmit'e gelen M. Kemal, din ve hilafet konusunda
yaptığı açıklamada "Türkiye Büyük Millet Meclisi Halife'nin
değildir ve olamaz, Türkiye Büyük Millet Meclisi yalnız ve yalnız
Ulusundur." dedi.
T.B.M.M.nin büyük programının tam bağımsızlık,
kayıtsız şartsız ulusal egemenlik esaslarına dayandığını, teokratik
devlet biçiminin ve buna bağlı bütün toplumsal düzenin ve çıkarların
yıkılacağını belirtti. 16 Ocak'ta yaptığı toplantıda, Hilafet'in
dinle ilgisi olmadığını, siyasi bir mevki olduğunu, idare-i maslahatçılıkla
devrim yapılamayacağını belirttikten sonra "Devrimin kanunu
mevcut kanunların üstündedir. Bizi öldürmedikçe, bizim kafamızdaki
cereyanı boğmadıkça başladığımız devrim ve ilerleme bir an bile
durmayacaktır" diyerek gericilere gerekli yanıtı verdi. Basınla
iyi ilişki kurmak istediği için İzmit'te yaptığı basın toplantısında,
"Devrim" yapılacağını açıklarken, Meclis'te birliğin sağlanması
için "Müdafaa-ı Hukuk Gurubu"nun gerekli olduğunu bunun
dışındaki grupların yararlı olmadığını belirtti ve İttihatçılardan
ülke yararı için politikaya karışmamalarını istedi. Bu sırada Annesi
Zübeyde Hanım'ın ölüm haberi geldi. İzmir'de annesinin mezarı başında
devrimci inancını "Ulusal hakimiyet uğrunda canımı vermek benim
için bir vicdan ve namus borcu olsun" sözleriyle bir kez daha
yineledi. Bu sırada Lozan'ın ilk görüşmeleri kesildiği için İsmet
Paşa ile Ankara'ya döndü. Meclis'te gizli oturumlar çok sert geçti.
Trabzon mebusu Şükrü Bey'in Topal Osman tarafından öldürülüşü, M.
Kemal'e saldırılara yol açtı. M. Kemal'i kendilerine buyük engel
gören, tutucu, gerici, ittihatçılar, çıkarcı gruplar, O'na karşı
muhalefette birleşiyorlardı. Yakın arkadaşlarından Rauf Bey, Kazım
Karabekir, Refet Bele, Ali Fuat Paşa'lar da yavaş, yavaş yanından
ayrılıp, Hilâfetçilere kuvvet veriyorlardı. Saltanatı geri getirmek
isteyen gericilerin çalışmaları karşısında arkadaşlarının kendisini
yalnız bıraktığını gören M. Kemal, 20 Mart 1923'te Konya'da yaptığı
bir konuşmada Türkiye'yi Ortaçağ karanlığına çekmek isteyen gericilere
karşı tutumunu açıkça şu sözleriyle belirtti: "Eğer onlara
karşı benim şahsımda bir şey anlamak isterseniz, derim ki, ben şahsen
onların düşmanıyım. Onların olumsuz yönde atacakları bir adım, yalnız
benim şahsi imanıma değil, yalnız benim amacıma değil, o adım benim
ulusumun hayatıyla ilgili, o adım benim ulusumun hayatına karşı
bir kasıt, o adım ulusumun kalbine yöneltilmiş zehirli bir hançerdir.
Benim ve benimle aynı fikirde olan arkadaşlarımın yapacağı şey mutlaka
o adımları atanları tepelemektir... Sizlere bunun da üstünde bir
söz söyleyeyim. Örneğin eğer bunu sağlıyacak kanunlar olmasa, bunu
sağlayacak meclis olmasa, öyle olumsuz adım atanlar karşısında herkes
çekilse ve ben kendi başıma yalnız kalsam; yine tepeler ve yine
öldürürüm."
Cumhuriyet'e doğru gidiş bu kararlı sözlerle
açıkça görülüyordu. M. Kemal Paşa, 8 Nisan 1923'de dokuz ilkede
görüşlerini toplatarak, programını belirlerken, siyasi biçimlenmeyi
de hazırladı.
Savaş zamanının T.B.M.M.'nin görevi son bulmuştu. Bu sebeple Meclis
kendini dağıtıp, seçime gitme kararı aldı. M. Kemal, dağılmadan
önce Meclisten 15 Nisan'da, Saltanatı geri getirmeye çalışanları
vatan haini kabul eden bir kanun değişikliği ile "Hıyanet-i
Vataniye Kanunu"na, ileride gerekirse yine İstiklal Mahkemeleri
kurma fırsatını veren bir ek getirdi.
Yeni kurulacak Meclis'te kuvvetli bir kadro oluşturmayı
ve böylece Cumhuriyet'i ilan etmeyi düşünen M. Kemal'in bu çalışmaları
yakın arkadaşlarının kendisinden uzaklaşmasını hızlandırdı. Rauf
Bey ve arkadaşları, M. Kemal'in partiler üstü kalmasını, politikaya
karışmamasını, önererek, O'nu pasif duruma getirmek istiyorlardı.
Rauf Bey'in İsmet Paşa ile aralarının açılması da bu ayrılığın başka
bir yönü idi. Lozan'dan dönen İsmet Paşa'yı karşılamak istemeyen
Rauf Bey Başbakanlık'tan bile istifa etti.
İkinci Meclis, toplandıktan sonra Lozan'ı onayladı. Artık sorun
Türkiye'nin rejiminin belirlenmesiydi. M. Kemal 22 Eylül 1923'de
"Neue Treie Presse" adlı bir Viyana gazetesi muhabiriyle
yaptığı görüşmede, 23 Nisan 1920'de kurulan sistemin Cumhuriyet
olduğunu fakat adının açıklanamadığını belirtip, yapılacak işin
yalnızca isim koymak olduğunu söyledi.
Yeni devletin başkentinin neresi olacağı da bir
sorundu. Ankara 1920'den beri bu işi yapıyordu. Merkezi ve güvenli
durumu ortada idi. Meclis'te uzun tartışmalardan sonra 13 Ekim'de
Ankara başkent olarak oy çokluğu ile kabul edildi. Cumhuriyet'in
ilanına bir adım daha yaklaşılmıştı.
M. Kemal'e Cumhuriyet'in ilanına fırsat veren bir hükümet buhranı
oldu. Başbakan Fethi Okyar Bey'e karşı Meclis'te muhalefet oluşması
üzerine M. Kemal, "Erkan-ı Harbiye Umumiye Riyaseti Vekili
Fevzi Paşa"nın dışında kabinenin istifasına karar verdi ve
27 Ekim'de uygulandı. Mevcut sisteme göre her bakan Meclis tarafından
tek tek seçiliyordu. İstifa eden bakanlar yeniden seçilirlerse,
görev kabul etmeyeceklerdi. Bu sırada Rauf Bey, Kazım Karabekir,
Ali Fuat, Refet Paşalar İstanbul'da bulunuyorlar ve temasları, Halife'ye
yakınlık gösterileri oluyordu. Ankara'da' ise kabine kurulamıyordu.
Bu gelişmeler üzerine "Cumhuriyet İlanı" ile işi kökünden
çözmeye karar veren M. Kemal 28 Ekim gecesi Çankaya'da İsmet Paşa
ve bazı kimseleri toplantıya çağırdı ve "Yarın Cumhuriyeti
ilan edeceğiz." diyerek kararını açıkladı. Misafirlerin ayrılmasından
sonra İsmet Paşa'yı alıkoydu ve birlikte, Teşkilat-ı Esasiye Kanunu'nda
gerekli değişikliği sağlayacak önergeyi hazırladılar. Ertesi gün
saat 10'da Parti grubunda yapılan toplantıda, M. Kemal Paşa Genel
Başkan olarak Hükümet buhranının mevcut sistemden kaynaklandığını,
bunun çözumünün istikrarlı bir sistemde olduğunu belirtttkten sonra
değişiklik önergesini okuttu:
* Türkiye Devleti'nin Hukümet şekli Cumhuriyettir
* Türkiye Devleti, Büyük Millet Meclisi tarafından idare olunur
* Türkiye Devleti, Hükümetin inkisam ettiği idare şubelerini İcra
Vekilleri (Bakanlar Kurulu)
vasıtasıyla idare eder.
Bu önerge Parti toplantısında tartışıldı Büyük
Millet Meclisi'nin aynı akşam (29 Ekim 1923) saat 18:45'de yaptığı
toplantıdan sonra 20.30'da "YAŞASIN CUMHURİYET" sesleri
arasında Cumhuriyet ilan olundu ve yeni Türk Devleti'nin adı kondu.
"TÜRKİYE CUMHURİYETİ". Hemen arkasından da Türk Ulusu'nun
kurtarıcısı Gazi M.Kemal oy birliği ile Cumhurbaşkanı seçildi. Kürsüye
gelen Cumhurbaşkanı M. Kemal, kendisini Cumhurbaşkanı seçen Meclis'e
teşekkür ettikten sonra "Son yıllarda Ulusumuzun fiili olarak
gösterdiği kabiliyet ve istidat, kendi hakkında kötü düşüncede bulunanlarınn
ne kadar tedkikten uzak görünüşe önem veren insanlar olduğunu pek
güzel ispat etti. Ulusumuz kendisinde bulunan nitelikleri ve değeri,
hükümetin yeni adıyla uygarlık dünyasına çok daha kolay gösterebilecektir.
Türkiye Cumhuriyeti, dünyada işgal ettiği yere layık olduğunu eserleriyle
ispat edecektir... Türkiye Cumhuriyeti mutlu, başarılı ve muzaffer
olacaktır." sözleriyle konuşmasını tamamladı. M. Kemal Cumhurbaşkanı
seçildiğinde henüz 42 yaşındaydı. Cumhuriyetin ilk Başbakanı İsmet
Paşa oldu.
19 Mayıs 1919'da Samsun'da başlayan yeni ve bağımsız,
bir Türk Devleti kurmak savaşı dış ve iç düşmanlara karşı başarıyla
sonuçlanarak Türkiye Cumhuriyeti kuruldu. Kurtuluş Savaşı'nın inanç
ve başarısı nasıl Atatürk'ün eseri idiyse, Cumhuriyet de yine O'nun
eseri idi. İleriki yıllarda bunu şu sözleriyle belirtti. "Benim
en büyük eserim Türkiye Cumhuriyeti'dir."
SONUÇ
Bir zamanların muhteşem Osmanlı İmparatorluğu,
gerek iç gerekse dış etkenlerin sonucunda 18. y.y.'dan itibaren
hızlı bir çökuntüye girdi. Kapitülasyonlar sebebiyle Avrupa devletlerinin
açık pazarı durumuna geldi. Rusya ve Avusturya'nın devamlı saldırıları
sonunda savaşları kaybederken, önemli topraklarını elden çıkardı.
İmparatorluğun bu çöküntüsünü gören Padişahlar, İmparatorluğu kurtarmak
için ıslahat önlemlerine başladılar. Fakat yalnızca askeri olan
bu önlemler etkili olamadı. III. Selim'in başlattığı Nizam-ı Cedit
ise 1807'de gerici bir ayaklanma ile son buldu.
19. y.y.'da çöküntü büyük hızla sürerken, Fransız
Devrimi'nin ortaya koyduğu ulusal bağımsızlık ve egemenlik akımları,
Osmanlı İmparatorluğu'nun Balkanlar'da yaşayan Hristiyan azınlıklarını
etkiledi ve bagımsızlık isteklerini kamçıladı. Sırp, Yunan ve hatta
Mısır ayaklanmaları İmparatorluğun iç bünyesini sarstı ve bunlar
giderek bağımsızlık veya özerklik kazandılar. Bu yüz yılda Rus tehlikesi
karşısında İngiltere ve Fransa Osmanlı İmparatorluğu'nun toprak
bütünlüğünü koruma potikası izlediler. Kırım Savaşı'nda bu politika
sonucu Rusya'ya savaş bile açtılar. 1838 ticaret anlaşması ile imparatorluk
ekonomik bakımdan batının eline geçerken, 1854'den sonra başlayan
dış borçlanma ile, 1881'de mali iflasa ve batının mali denetimine
girdi. II. Mahmut Islahatı ve Tanzimat da İmparatorluğun kurtuluşu
için çözüm olmadı. Genç Osmanlılar'ın çalışmaları 1876'da Kanun-u
Esasi'nin ilanını hazırladı. Birinci Meşrutiyet yaşama fırsatı bulamadan
1877-78 Osmanlı-Rus savaşı bu dönemin sonunu hazırlarken, Abdülhamid'in
"İstibdatı" başladı. Bu tarihten sonra İngiltere de koruyucu
politikasını terk etti. Ermeni konusu da ilk kez gündeme geldi.
Osmanlı İmparatorluğu bundan sonra Almanya'ya yanaştı. Alman siyasi,
askeri ilişkisi, Alman ekonomik ihtiraslarını da getirdi. Bağdat
Demiryolu projesi bunu simgeledi.
20. y.y.'a girilirken Abdülhamid'e karşı başlayan
Genç Türk hareketi gittikçe kuvvetlendi ve 1908'de II. Meşrutiyeti
getirdi. Fakat 31 Mart gerici ayaklanması ile 1909'da iç buhran
yaşandı. II. Meşrutiyet de İmparatorluğu kurtaramadı. Osmanlıcılık,
İslamcılık, Batıcılık ve Türkçülük akımlarının çatıştığı bu dönem,
içte buhranlar, anarşi yaratırken, dışta da Trablus ve Balkan Savaşları'nda
büyük yenilgi ve tüm Makedonya'nın kaybı ile sonuçlandı. 1914 yılında
başlayan Birinci Dünya Savaşı'na Almanya yanında giren İmparatorluğun
kaderi de çizilmiş oldu. Bu savaştan çok ağır kayıplarla yenik çıkan
Osmanlı İmparatorluğu Mondros Ateşkesi ile kayıtsız şartsız teslim
oldu.
Yüz yıldan beri süren Doğu Sorununun çözümü,
Avrupa'nın Hasta Adamının mirasının paylaşılması ile Türk Ulusu'nun
dünya siyasi tarihindeki varlığı ortadan kaldırılmak isteniyordu.
Savaş içinde gizli anlaşmalarla, İngiltere, Fransa, Rusya ve İtalya
Osmanlı İmparatorluğu'nun paylaşılmasını kararlaştırmışlardı. Fakat
Rusya'da devrim çıkınca anlaşmalar önemini yitirdi. Türk Ulusu'nun
hakkında karar verecek en büyük kuvvet İngiltere idi. İngiltere
Batı Anadolu'yu Yunanistan'a veriyor, Doğuda bir Ermenistan ve Kürdistan
kurmak istiyor, Türk yurdunun geri kalan yerlerini de Fransa ve
İtalya ile paylaşıyordu. Ülkenin yağmalanmasına boyun eğen Padişah
ve Hükümet, kurtuluşu İngiliz himayesinde görüyorlardı. Halk ve
aydınlar çaresizlik içinde, çoğunluk kadere boyun eğmiş görünüyordu.
Kurtuluş çareleri arayanlar Padişah - Halifesiz bir çare düşünemiyordu.
Kurtuluşu Amerikan mandasında görenler veya yörelerinin kurtuluşunu
sağlamak için çalışanlar vardı.
Birinci Dünya Savaşı'nın sonundaki perişan ve
çaresiz durumda, bir tek insan, M. Kemal topyekün kurtuluş ve tam
bağımsız yeni bir Türk Devleti kurmak düşüncesiyle Samsun'a geldi.
O'nun yola çıktığı sırada ise Yunanlılar İzmir'i işgal ediyorlardı.
Padişah ve Hukümet ise İzmir'i Yunanlılara veren İngilizlerin hala
körü körüne her isteğine boyun eğiyorlardı. Düşmanla işbirliği yapan
Padişah ve İstanbul Hükümeti'nin bu tutumları karşısında M. Kemal,
ulusal bağımsızlık ve ulusal egemenlik savaşının esaslarını Amasya'da
ulusu ve orduyu Padişah - Halifeye karşı ayaklandırmak şeklinde
belirledi. Erzurum ve Sivas Kongreleri'nde de bu esaslar içinde
yeni bir Türk Devleti'nin kuruluşunun ulusal bilinçlenme, idari,
siyasi örgütlenmesini de gerçekleştirdi. Misak-ı Milli ile bu esaslar
İstanbul'da bir kez daha ortaya konunca İngilizler, İstanbul'u işgal
ettiler. Bundan yılmayan M. Kemal, Ankara'da ulusun meşru iradesinin
eseri olan ulusal egemenlik prensibini B.M.M. ile ortaya koydu.
Fakat bütün bunların gerçekleşmesi çok büyük güçlükler ve olanaksızlıklar
içinde yapılıyordı. Bir yandan İtilaf Devletleri ve Yunan saldırısı
ve baskıları bir yandan Padişah ve İstanbul Hükümeti'nin M. Kemal
ve B.M.M.'ni gayri meşru ilan etmesi, Türk Ulusu'nu olumsuz yönde
etkiledi. Türk Ulusu, yüzlerce yıldan beri dini ve geleneksel iktidar
kabul edilen Padişah - Halife ile bu değerleri yıkan ve yerine ulusal,
egemenlik değerleriyle ulusu bir araya toplamak isteyen M. Kemal
hareketi arasında bir süre bocaladı. Yer yer B.M.M.'nin otoritesine
karşı ayaklanmalar çıktı.
Doğu Anadolu'da Ermenilere, Güneyde Fransızlara
karşı savaşıldı. Batıda Yunan Taarruzu ve iç ayaklanmalara karşı
Kuva-yı Milliye ile çözüm bulan B.M.M. daha sonra düzenli ordu kurar.
I. ve II. İnönü Savaşları ile ilk askeri başarılarını sağladı. Diğer
yandan dış ilişkilerde Sovyetler Birliği ile Moskova Antlaşması'nı
imzaladı. Sakarya Meydan Savaşı'nda Yunan Ordusu'nu yendi. Fransa
ile de anlaşan Türkiye İtilaf blokunu da parçaladı. 26 Ağustos 1922'de
başlayan ve 9 Eylül'de İzmir'de Yunan Ordusu'nun denize dökülmesi
ile son bulan Büyük Taarruz, Türkiye gerçeğini ve Türk Ulusu'nun
yenilmez azmini bütün dünyaya kanıtladı. Askeri başarısını Mudanya
Ateşkesi ve Lozan Antlaşması ile de onaylattı. Emperyalizme karşı
yapılan bağımsızlık savaşını kazanan, "Türk Mucizesi"ni
yaratan Türkiye'nin bu başarısı bütün Mazlum Uluslara örnek oldu.
M. Kemal Kurtuluş Savaşı'nın bittiği yerde; Türkiye'nin
çağdaşlaşma savaşını başlattı. 1 Kasım 1922'de Saltanat'ın kaldırılışı
ve 29 Ekim 1923'de Cumhuriyet'in İlanı ile Türkiye yeni devlet sistemini
Fransız Devrimi ile ortaya konan insan haklarına dayanan "Ulusal
ve Laik Devlet"i gerçekleştirmiş oldu. Ancak, çağdaş devlet
ve ülke olma mücadelesi için Türk Devrimi'nin başarılması için Cumhuriyet
döneminde Atatürk 'ün yeni mücadele vermesi gerekiyordu.
CUMHURİYET'İN İLANI
Ergün AYBARS, Türkiye Cumhuriyeti Tarihi
1, Ege Ün. Basımevi, 1986, ss. 359-366
29 Ekim Cumhuriyet Bayramı İle İlgili Konular
29 Ekim Cumhuriyet Bayramı İle İlgili Konular
0 yorum:
Yorum Gönder